Yıkıcı bir mobilizasyonun aracı olarak gittikçe partizanlaşan, partizanlaştıkça da görüş açısını ve ufkunu kaybeden ciddi bir başıboş kafayla muhatabız…

Bu başıboş kafaların en büyük sorunu kısa vadeli çıkarlarının gösterdiği istikamette yürümeleri ve ona uygun kitlelere çok hızlı dâhil olabilmeleridir…

Kitleye dâhil olarak mobilize olmuş bu başıboş kafalar, kendileri fikir üretemeyince dâhil oldukları kitlenin sloganlarını “ödünç” alırlar ve onların savurduğu her yere sorgulamadan giderler…

“Politik miyoplukla malul” olma hali de başıboşluğa eklenince, artık hedefe konan hiçbir gurubu ya da bireyi anlama çabası, söz konusu dahi olmaz…

Sorgulanmadan tekrar edilen partizan sloganların dozuyla ayarlanan duygu patlamalarının, kimi ya da kimleri yok edeceğini ise tamamen anlık çıkarlar belirler…

O çıkarların önünde kim ya da kimler engel olarak görülüyorsa hedef odur kuşkusuz; hatta bugün yan yana yürüdüğü ama yarın çıkarının çatışacağı kişi bile hedef olmaktan kurtulamaz…

Başıboş kafa -daha kolay mobilize edilebilsin diye- künhüne vakıf olamadan taklit etmeye çalıştığı “milli ve manevi değerlerle soslanmış sloganlar”a kapıldığında, kimler tarafından ve ne ölçüde kullanıldığının farkına varamaz…

Ancak aldatıldığını anladığında, gerçek bir yıkım yaşadığında derin bir sarsıntıyla uyanır; fakat artık her şey için çok geçtir…

Sloganlarla saldırdığı ama soyutlaştırdığı için göremediği arkadaşını, kardeşini, yurttaşını yeniden görmenin sevincini dahi yaşayamaz artık…

Çünkü ortada yakılıp-yıkılan yok edilen o kadar çok maddi-manevi harabe vardır ki; pişmanlığın tamir edemeyeceği…

Başıboş kafanın savrulduğu iki uçta da çok derin duygu çatışmaları vardır neticede; sadece kaybettiğinde değil, kazanmaya ikna edildiğinde de kandıranlar için savaşmak ve bedel ödemek zorundadır…

Başıboş kafaya düşen şey her hal ve karda kaybetmektir; kesin bir hesap özeti olarak…

“Anlamak affetmektir” sözü fikri olan kafalar içindir…

Onlar “ötekini” yok edilecek bir nesneye dönüştürmek yerine, kendilerini de tanımlayan, farklılığıyla yeni ufuklar açan bir zenginlik olarak görürler…

Zira bu toprakların kadim anlayışı bu zenginliğini hiçbir dönemde başıboş, aylak kafaların insafına bu denli bırakmamıştı…

En övünülesi değerlerini sosyal medyanın “yumurta hesap”larına “yem” etmemişti…

En derin kavramları hiç bu denli, anlamına muhalif yaşamlarla tarumar edilmedi…

Tutunduğu muteber şahsiyetler ve anlayışları, günübirlik çıkarların ve arzuların nesnesi haline bu denli hiç getirilmedi…

Gemisinin dümeni, geminin batırılması pahasına ele geçirilmek için hiç bu denli zorlanmadı…

Ülkesi, milleti hatta kendisi kaybetsin diye hiç bu denli zil takılıp oynanmadı; işin acı yanı kaybederken de oynanmadı…

Yine farkında olamayacaklar ama başıboş kafaların hakikate hizmet etmelerini sağlayacak bir zeminin yakalamak da mümkün…

Tarih bunun örnekleriyle doludur…

Yeter ki fikri iradeye hâkim sağ-duyular, bu “aylak kafaları” kötülerin, istismarcıların elinden kurtarabilsin…

Tabii en arzu edileni ise bu boş kafaların kendilerinde taşıdıkları değerin farkına varmasıdır; gerçek bir kurtuluşun reçetesi için…