Sezai Karakoç… Diriliş şairi, büyük dava ve fikir insanı. Son dönem Türk şiirini nefis bir yere taşımış Usta Şair. Onun için yapılacak tanımlamalar hep eksik kalacaktır. Kendisinin düşünsel evreni o kadar derinlik içerir ki yıllarca hep ‘O’nu anlamaya çalışma denizi’nde yüzmeye gayret ettim.

Derinlikli bir sanat ve edebiyat insanı bu dünyadan göçtüğünde biraz daha ıssız, biraz daha çorak kalıyor bu topraklar artık. Sezai Bey diğer edebiyatçılardan farklı olarak Diriliş davasına hayatını koymuştu. İslâm’ın dirilişi, nesillerin dirilişi, Türkçe’nin dirilişi… İnancının ve sanatının temel felsefesi hep ‘çağrı’da bulunmaktı. Uzatma dünya sürgünümü benim nidasında bulunduğunda içsel yolculuğunu özetler gibiydi.

Diriliş muştusuyla yaşayan Şair Karakoç’un Türkçe’ye ve Türk edebiyatına başka katmanlar ve ruhsal incelikler kattığını düşünüyorum. Bazıları Sezai Karakoç’u İkinci Yeni akımının içerisinde görür. Bazıları ise Karakoç’u İkinci Yeni Akımı’ndan ayrı bir yerde görür. O’nun İkinci Yeni’den farklı bir yerde görülmesinin sebebi kendisinin içsel ve mukaddesatçı bakışıdır dersek doğru bir yere temas etmiş oluruz. Sezai Karakoç İkinci Yeni şiirini bu şiirin muhtevasına mahsus değerlerden ötürü eleştirir, kendisini de hariçte tutar. Fakat bence Karakoç’un şiiri biçimsel olarak İkinci Yeni’de çok da ayrı bir yerde konumlanmamıştır. Düşünsel çerçeveye gelecek olursak İkinci Yeni daha çok bugüne ve maddeye dair şeyler söylerken Sezai Karakoç şiiri ise bugüne dair konuşurken aynı zamanda içsel yolculuklara, medeniyete, geçmişe ve ötelere de seslenmektedir. Bu tartışma çok su götür fakat şüphesiz dikkate almamız gereken kişi bu noktada Karakoç’tur. Bir de kısa not düşmeliyim; İkinci Yeni şairleri Üvercinka tarzı şiirler üzerinde yoğunlaşırken Karakoç ise Hızırla Kırk Saat üzerinde durmuştur.

İkinci Yeni ve Sezai Karakoç bağlantısı meselesi sayfalarca yazılıp incelenebilir. Fakat ben bu konudan sıyrılıp İkinci Yeni’nin ve Sezai Karakoç’un en temel ortak özelliğine geleceğim: göstergeler ve semboller. Sezai Karakoç şiirini nefis bir yerde tutan O’nun sembolleri çok zekice ve eşsiz bir duyguyla kullanıyor olması diye düşünüyorum. Bu noktanın da en temel öğretisini Sezai Karakoç’a sunan kişinin Yunus Emre olduğunu düşünüyorum.

Sezai Karakoç’un Yunus Emre şiirine dair şu sözleri bugünden bakacak olursak adeta kendisini anlatır: “Yunus’un şiiri de, her şairinki gibi, iki açıdan birbirine girişik, birbirinden ayrılması güç, ancak iki hakim çizgi halinde takip edilebilir; kendine mahsus yanıyla, çağa mahsus yanı bakımından.”

Sezai Karakoç’un kesinlikle Yunus Emre’nin sunduğu arı duru Türkçe’nin çehresiyle yazıp çizdiğini söyleyebiliriz. Semboller anlaşılmama üzerine değil anlam katmanları oluşturma üzerinde yoğunlaşır. Söze estetik ve içsellik katar. Yunus’un çeşmesinden su içip şiir yazdığını Sezai Karakoç’un şu dizesinden anlıyorum:

“Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni”

“Süt”, insanoğlunun yoktan yaratıcısı Allah’ın anneye ve çocuğa ikramıdır. Doğumdan sonraki ilk besinini annemizin göğsünden süt ile alırız. Bu açıdan süt bizim can suyumuzdur. Can suyunun ve hayat çağrısının yanında en çok işaret edilen kısım bence masumluktur. Parmaklarından süt içmeğe çağırdığınız kişiye bir öze dönüş, saflık ve masumluk daveti yapmış olursunuz.

Yunus Emre’nin “Yusuf; u kaybettim Kenan ilinde/ Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz” demesi kadar net, öz ama derinlik içeren bir büyüklükte yazmıştır Sezai Bey.

Diğer yazımda bu sembolleri içeren şiirleri yazıp kısa kısa açıklamaya gayret edeceğim.

Dünya sürgünü biten Sezai Karakoç Bey’in sanatına ve düşüncesini diri tutabilmek ümidiyle…

Saygı, özlem ve rahmetle…