Eğer rüzgârı bekliyorsanız birdenbire başlayacaktır.

Eğer huzuru bekliyorsanız birdenbire gelecektir.

Eğer yola çıkmak istiyorsanız birdenbire çıkacaksınız o yola.

Eğer dostunuza gitmek istiyorsanız birdenbire gideceksiniz.

Eğer kalbiniz sevmek istiyorsa birdenbire seveceksiniz.

Eğer sevilmek istiyorsanız birdenbire sevileceksiniz.

Eğer canınız yanmışsa ve umudunuzu yitirmemişseniz birdenbire hafifleyecek acınız.

Eğer anlamak istiyorsanız birdenbire anlayacaksınız.

Eğer insan kalmak istiyorsanız birdenbire değil, usul usul insan olacaksınız!

Şimdi her ne dedimse birdenbire olacak, dedim de insan kalmak için neden usul usul diye bir ifade kullandım? Öyle ya, ne demişler: “Ben de bir insan olmaya geldim!” Bu sözün sözler içerisinde ayrı bir yeri var bende. Zira, her beşerin insan olmadığını yaşarken birçoğumuz gördük. Hatta, insan olduktan sonra birçoğumuzun o libası nasıl üzerimizden attığını biliyoruz, acıyla görüyoruz. Öyle ya, kul sınandığında mayası ortaya çıkar. Hani derler ya, “Kimileri yirmisinde ölür, yetmişinde gömülür,” diye. Beşerden kastım o. Yoksa canhıraş, tüm olumsuzluklara, hayatın saldırısına, kelimelerin öldürücü sağanağına, dostlukların ölümüne, aşksızlığa, kuruntuların saldırısına, hastalıklara ve göz görünce gönlü körelten saldırılara rağmen insan kalan niceleri var. Bu da mı birdenbire oluyor? Sanmıyorum. Yana yana, döne döne olan bir şey bu. Beklemenin, peygamber sabrına erenlerde nasıl bir yüz, nasıl bir anlatım bıraktığına siz de şahit olmuşsunuzdur. Nasıl ki bir heykeltıraş bir sureti ortaya çıkartmak için onca zaman harcar, o yüzdeki çizgileri oturtmak için döner durur; beklemenin derinliğine erenlerin yüzlerine bakın… O yüzlerdeki her çizgide ayrı bir yol, ayrı bir dinginlik, ayrı bir bedel ödemenin çekiç darbeleri vardır.

Şimdi, böyle yazarken kendimi o daima bilen deneme yazarları gibi hissettim; utandım.

Oysa size o kış vakti çiçek açan ağacın mahcubiyetiyle seslenmek istemiştim. Tüm ağaçlar kış ortasında çiçek açan o ağacı ayıpladıklarında, “İçimde bir sıcaklık hissettim. Bahar geldi zannedip çiçeklerimi açtım, kusuruma bakmayın!” der ya… İşte öyle bir şey.

Birdenbire kelimesini severim. Hiçbir şeyin birdenbire olmadığını ben de biliyorum. O hale gelene kadar neler olduğunu az çok ben de hissediyorum. Bir yemeğin sunulması, bir diplomanın alınması, bir maaşın çekilmesi, bir nikâh imzasının atılması, bir yolculuğa çıkılması… Evet, hepsinin bir öncesi var. Ama dikkat ederseniz birdenbire kelimesinden önce hep istemek fiilini kullandım.

Evet, itiyorsanız birdenbire oluyor işte. Bu duanın gücü, arzunun gücü, isteğin gücü… adına ne derseniz deyin, yüreğiniz o birdenbire olacak şeyi çağırır. Siz de yaşamışsınızdır bunu. Birdenbire güzel bir şey olsun istiyorsanız, güzel bir şey isteyin; kimseyi kırmayan, sizi beşerleştirmeyen, insan kalmamızı sağlayacak her ne ise işte.

Az önce bir telefon geldi. Uzak bir ülkeye bir okul ve bir yetimhane yapmak için çalışan arkadaşlarım aradı. O okulda okuyacak, o yetimhanede kalacak çocukların sıcak sınıfları, sıcak odaları düştü içime. İçim ısında. Birdenbire, insanız ve insan kalmaktan başka bir yolumuz yok! Dedim ve sevindim. Birdenbire. Aşksız, sevgisiz, imansız, tacize meyilli, zulme teşne, sağırlığa ve körlüğe koşan, idrak ve anlayışsızlığın bedava olduğu bir dünyada, birdenbire bir telefon sesi, gönlünüzdeki yatan aslanı uyandırıyor işte. Ve aslında tüm zamanların aynı olduğunu; insanların birdenbire olacak şeylere inananlar ve birdenbire olacak şeyleri engellemek için tüm idraklerini kapatanlar diye ikiye ayrıldıklarını görüyorsunuz. Gördük de ne oldu? Başımız göğe mi erdi?.. Hayır! Birdenbire yürümeye başlıyorsunuz ve yol kenarında oturup ne kendine ne insanlara ne de yaşama yol vermeyenlere itibar etmeden, birdenbire rüzgârla birlikte yürüyorsunuz.

Yola devam edenler için birdenbire beliren, insanı çölünden çekip alan muhteşem kuzey ışıkları var âlemde.

İçinizde bir sıcaklık duyduğunuzda bilin ki kalbin baharı gelmişti birdenbire. Ve kalbinin farkına varan insan kalacaktır.