Bunlar insanda yazma keyfi de bırakmıyor.

Bambaşka bir mevzuya girmeyi düşünüyordum bugün. Fakat Türkiye’nin rezalet dolu gündemi beni yine aktüel politikanın kucağına attı.

Babacan’ın kurucu yol arkadaşı Metin Gürcan’ın siyasi ve askeri casusluktan suçüstü basılması desek; rezaletlerin başında geliyor. Ortaya çıkan girift ilişkiler, dış istihbarat birimleriyle olan gizli bağlar, RAND raporlarının kendisine olan özel ilgisi filan meseleyi iyice derinleştiriyor…

Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na Erinç Sağkan'ın seçilmesi ayrı bir fiyasko. İki dönemdir Ankara Baro Başkanlığı yapan Sağkan’a daha büyük bir makam verilmesi “avukat’’ maskeli teröristleri çok sevindirdi. “Vurun kardaşlar, vurun’’ çığlıklarıyla DHKP/C hayranı berbat bir grubun uyarlama şarkısını bağırdılar. Ne de olsa Sağkan, terörist Helin Bölek’i savunup, Gezi’ci takılan başarılı bir avukat. Sevinçten kuduracaklar tabii. Türkiye’de hukuk mekanizmasının nasıl çalıştığına dair ibretlik manzara…

Sürekli ‘’ötekileştirme’’ edebiyatı yapıp, her fırsatta PKK’nın sosyo-politik çemberinden ‘’kovulmamaya’’ çalışan sözde sanatçılar ise hepten mide bulandırıyor. Devlet kanalından para alıp oyuncu pozları keserler, devletten fahiş paralar alıp şarkı türkü çığırırlar, sonra da cühelanın gönlünde taht kurdukları için kendilerini bir halt zannederler. Muhafazakâr kitlenin şuursuzları tarafından fazla sahiplenildikleri zaman da korkar, ‘’Atatürkçü’’ tafralar atıp terörist parlatan kliklere ‘’ben de sizdenim’’ mesajı verirler.

HDPKK’ya öz kardeşinden çok güvenen Kemal Kılıçdaroğlu hakkında bir şeyler karalamak zaten zor değil. Bir gün bile boş durmuyor. Seri üretim yalanlardan kızarmayan yüzü, TBMM kürsüsünde el hareketi çekerken kızaracak değil ya! Şehit bacısına küfreden Lütfü Türkkan’dan ve millete “yavşak’’ diyen Meral Akşener’den sonra ilgiyi üzerine çekmesi lazımdı. Neyse, hiç olmazsa ‘’Siyasi Ahlak Yasası’’nı nasıl çıkartacağına dair bize ipucu vermiş oldu.

İmamoğlu balonuna filan bugün kelime harcamak istemiyorum, havamda değilim.

Onca problemin içinde, nelerle, kimlerle uğraşıyoruz?

İşin acı tarafı, hakikati yazdığımız zaman ‘’yandaş’’ kadrosuna otomatik olarak atanıyoruz. Bırakın kallavi ifşaları, olanı olduğu gibi aktarmak bile “hükümet yalakası’’ olmak için yetiyor. Siyaset, ekonomi, sosyoloji vs. ne yazarsak yazalım… Neo-küreselci odakların -muhalefet kılıfındaki- Türkiye şubelerine dokunduğumuz anda ‘’trol’’ ilan ediliyoruz.

Öyle çünkü:

Bu ülkede teröriste terörist dediğin zaman yandaş, teröristlere özgürlük istediğin zaman solcu oluyorsun. PKK’nın, DHKP/C’nin, FETÖ‘nün tasmasını takan tipler, “M. Kemal’in askerleriyiz’’ sloganları atınca anında aklanıyor. Bürokratı, hukukçusu, gazetecisi, sanatçısı(!) hiç fark etmiyor. Hepsi birden müthiş bir pişkinlikle başımıza “ aydın’’ kesiliyor.

Bize de demokrasi(!) çerçevesi içinde bunlarla aynı havayı soluyup, bu hadsizliklere tahammül etmek kalıyor…