Kederler mi çoğaldı, şükrümüz mü azaldı?

Yoksa, Batı/lın yüreklice karşımıza çıkamayıp aba altından sopa göstererek Türkiye’nin yükselişine çelme takma çabasına mı aldandık.

Pahalılık serzenişleri, yettirememe şikâyetleri neden çoğaldı bu kadar dostlarla hasbihalimizde?

Hani ki, bizler amentümüzle “İnşirah” düşürürdük ayet ayet kalplerimize… “Zorluk kadar kolaylık bahşedildiği”ne iman eder aynı ayetin peşi sıra iki kere vahyedilişinden umudumuzu pekiştirirdik…

Ve bilirdik, itminan ile tekrar ederdik “İnneke la tuhliful miad!/ Sen asla sözünden caymazsın” vaadini de mutmain olurduk…

Hani ki, peygamberimizin sünnetinden bir duruş, bir varoluş adresi alırdık da, hal haline gelsin diye biteviye içimizi ve dışımızı yoklardık.

Yoklardık ki, “…Dindarlıkta kendinden üstün olana bakıp tâbî olmak, dünyalıkta ise kendinden aşağıda olana bakıp, Allâh’ın kendisine verdiği üstünlüğe hamd etmek… Böyle yapanları Allah, şükredici ve sabredici olarak yazar. Kim ki, dindarlıkta kendinden aşağıda olana, dünyalıkta ise kendinden üstün olana bakar da elde edemediğine üzülürse, Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz.” Nasihatine tepkisizliğimiz imtihanımız olup yoksullaştırmasın bizi…

Hani ki, bu cennet vatanı düşmanın zulmünden korumak için rahatından vazgeçmiş dedelerimizin, şehit anası nenelerimizin torunlarıydık…

Hani ki, “Teselliden nasibim yok hazan ağlar baharımda/ Şimdi bir hanümansız serseriyim öz diyarımda” diyen şairin okurlarıydık.

Hani ki, bir “Sakarya türküsü”ydü adem olmak ve yaşamak dimağlarımızda… “Yol O’nun varlık O’nun gerisi hep angarya/ Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya” dizeleriyle destanlar yazardık…

Hani ki, bizler 15 Temmuz’da, 40 yıllık planı bozanlardık! Meydanlarda üzerimizde kalbimizden ve imanımızdan başka teçhizat olmadan pusuda nişan almış hain ve keskin nişancılara karşı hürriyet aşkı, vatan sevdasıyla göğsümüzü gerenlerdik. Abdestimizi alıp şehit olma arzusuyla meydanlara akanlardık.

Bir şairin şiirinden cesaret devşirip “En güzel türküyü bir kurşun söyler” dizesini aklımızın bir ucunda tutanlardık.

Üstelik bizler, “"Andolsun, sizi yeryüzünde yerleşik kıldık ve orda size geçimlikler yarattık. Ne az şükrediyorsunuz?" ayetini mahcup olarak okuyanlardık.

Boynumuzu sadece Rabbbimizin huzurunda büküp dualarımızı teslimiyetle yapanlardık. Ellerimizi yüzümüze sürerken içimize su gibi akan teselliyle sahipsiz olmadığımızın farkına varanlardık.

Şimdi dar gibi görünen ama büyüyen Türkiye’ye çelme takılmak istenen vakittir. Öte yandan hangi dem mü’mine geniştir ki? Hangi dem dünyası cennet olanla sonsuzluğa talip olanın bolluğuyla denkleşebilir ki? Hem ki, yedi düvel aklıyla, fikriyle, yüreksizliklerine rağmen imkânlarıyla üzerimize gözlerimizi dikmişken…

Hem ki, Türkiye bayrağını hürriyet ile dalgalandırdığı gökyüzünü Hürkuşlar, Alpagu, Kargu, Togan gibi çelik katlarla, Ankalarla, Ataklarla SİHA’lar, İHA’larla donatıyorken…

Vatan sınırlarını, ölümü korkutan, ölümden korkmayan kahraman Türk askerleriyle, Ejder, Samur, Kobra, Altaylarla Batı/lın bir diğer sopası teröristlere göz açtırmaksızın koruyorken…

Üç yanını kuşatan mavi sularında, Yavuz, Barbaros, Pirireis, Milgem, Meltem, Albatros, Pelikan, Ahtapot, Tork, Ares, Zahalarla deniz savunmasını güçlendiriyorken…

“Ay Yıldız” paydasında buluştuğu Türk devletleriyle teşkilatlanıyorken…

Havada, karada, denizde, sınırları ötesinde gücüne güç katıyorken şimdi aziz Türk milletinin elini taşın altına koyma vaktidir. İkiyi bire, biri yarıma, yarımı çeyreğe bölüp paylaşmanın zamanıdır. Yoksa duaya durmanın, şikâyeti değil, şükrü arttırmanın ibadet olacağı andır!

Ve unutmayalım ki, vererek, bölerek, paylaşarak yaşamış ceddimizden sonrası kavuştuğumuz bolluğumuz eksilmeyecek ziyadeleşecektir. Bu vakitler dar değil, kıt değil, gücümüzden korkanların çırpınışlarından mülhem bir sataşmadır! Büyümenin sancısıdır!