Cahit Zarifoğlu’nun Yaşamak isimli kitabının başlangıç cümlesi. Acı ve hüzün insan olmanın ve insan hayatının bir parçası belki. Fikir ve edebiyat çevreleri bu sene art arda yitirdiği saygın isimlerle acı dolu bir yıl yaşadı. Bizim neslin gençlik yıllarında Yavuz Bahadıroğlu mahlasıyla yazan ve "tarihi sevdiren adam” Niyazi Birinci yılın ilk aylarında aramızdan ayrıldı. Sunguroğlu serisi, Buhara Yanıyor, Şirpençe romanları ile tarih üzerinden köklere yaslanan bir kimlik kazandırmaya çalıştı. Bahadıroğlu şuurlu bir tarih anlayışı inşa edecek kahramanlarla yolculuk etmeye çağıranlardandı.

Osmanlı iktisadi hayatı, devlet toplum ilişkileri, Osmanlı’nın Batı ile ilişkilerine dair doğru bilgilendirmeyi ve hakikati en hakikatli verilerle öğreten Mehmet Genç Hoca da bu yıl içinde aramızdan ayrılanlardandı. Sezai Karakoç’un vefatı ile bizim neslin “üstad” olarak nitelediği büyük ustalar çağı kapanırken ve biz daha bu acıyı ölçüsünce yaşamamışken Mustafa Yazgan ağabeyin vefat haberi geliverdi.

1970’li yıllarda Monark isimli kitabı ile gıyabında tanıdığım Yazgan’la seksenli yılların başında tanıştım. Necip Fazıl-Büyük Doğu okulunun aksiyoner bir talebesiydi. Son yıllarda Necip Fazıl’la ilgili birkaç programda birlikte konuşmacı olarak aynı kürsüyü paylaştık. Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nde de zaman zaman konuşmacı olarak misafir ettiğimiz Mustafa Yazgan’ın da bizim nesil üzerinde büyük emekleri vardı. Hasbî duruşu, samimi davranışları, alçak gönüllülüğü, coşkusu ve aksiyoner tavrı ile hep sevildi. Gençleri ve çocukları muhatap alan eserler yazdı; bizim neslin unutamadığı başat eseri ütopya olarak kaleme alınan Monark’tı. Hayatını “iyi, doğru, güzel ve faydalı” olana adamış, inandığı gibi yaşayan, sözü ve eylemi aynı olan bir ağabeydi.  Menzili mübarek olsun.

Düşünce iklimimizin dökülen son yaprağı Teoman Duralı oldu. Son zamanlarda bir şeyleri anlatırken “ömrüm bunu anlatmaya yetmeyecek” diyordu. Kendisine göre anlatılacak ve yazılacak pek çok şeyi yarım bırakıp nihai yolculuğuna çıktı. Son yıllarda düşünce, edebiyat ve lisan bahsinde önemli sözler söyledi ve kıymetli eserler yazdı. Türkiye’de komplekse girmeden dil, kimlik ve düşünce evreninin nasıl inşa olunacağını öğretmeye çalıştı. O bir felsefe hocasının ötesinde dil ve fikir hassasiyeti olan bir mütefekkirdi.

Ona göre insanı belirleyen ve varlık âleminde farklı kılan "din, dil, zanaat üçlüsü"dür ve "nerede ne zaman insan var olmuşsa, onun dini, dili ve zanaatı olmuştur. (İnsanlar için)  bunlardan daha temel bir husus düşünülemez. () Dünya hayatını anlamlı kılan ‘üslün ahlâkın tükenmez menbaı ve esâsıdır’. Üstün ahlâkın birinci derecedeki tezahürü, 'ahde vefa' ile 'adalet' duyguları ile düşünceleridir. 'Ahde vefa' ile 'adalet', 'ışık'tır; onların zıddı 'zulüm' ise, 'karanlık'tır. Hayat, karanlık zulümden 'adalet nûru'na sürekli huruç mücadelesidir. 'Hayatı yaşayan', öyleyse 'mücâhit'tir. 'Hayat'a yan çizen, 'karanlığın eri'dir. Mücâhit, hakkın hukukun müdâfiidir. İnsaflıdır. Ona göre dine ‘dayanılarak yaşamanın haritası demek olan ahlâk' inşâa olunur. 'Ahlâk', hakikat âlemindendir. 'Din'i kesip atarsak, 'ahlâk'ı kaybederiz."

Teoman Duralı Hoca dil,  kültür, medeniyet ve kimlik konusunda kayda değer bir hassasiyete sahipti. “Birey ve toplumun duygu ile düşünme ufkunu dili çizer. Dil yoksa duygu ile düşünme de olamaz. Her bir söz, tarih boyunca edinmiş olduğu muazzam bir müktesebatın taşıyıcısıdır. Nasıl bir canlının gen havuzundaki kalıtım unsurlarını kurcalamak, onun genetik yapısını değiştirmek demekse, benzer biçimde sözlerle oynamak, onları ipe sapa gelmez gerekçelerle atmak, yerlerine saçma sapan karşılıklar koymakla da dil mahvedilir. Dili mahvedilmiş bir toplum kültürünün günleri sayılıdır.”

Rahmet ve dua…