Çin’in küresel ekonominin çekim merkezi haline gelmesi, Amerika’da her geçen gün tansiyonu biraz daha yükseltiyor. Başkan Obama döneminde ete kemiğe bürünen “Asya Pivot” stratejisi, bugün artık ABD’nin dış politikasının omurgasını oluşturuyor. Obama miras aldığı Irak ve Afganistan savaşları nedeniyle Pasifik’le çok fazla alakadar olamamıştı. Fakat Obama, Asya-Pasifik’i ABD dış politikasının pivotu haline getirecek adımları atarak bu yolun açılmasını sağladı.

Büyüyen Çin tehlikesi, Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta tatbik ettiği politikaları yeniden gözden geçirmesine yol açtı. Bu savaşların maliyetleri ve yükleri oldukça ağırdı. Belki daha da önemlisi, Amerika’nın uluslararası alandaki itibarına ve prestijine büyük bir darbe vuruyordu. Amerikan’ın insan hakları, demokrasi ve uluslararası hukuk gibi değerlere bağlılığı bu savaşlar nedeniyle, tüm dünyada sorgulandı ve tartışıldı.

Çin tehdidiyle etkin bir mücadele için Başkan Biden liderliğindeki Washington’un günümüzdeki en temel stratejisi, Amerika’nın bozulan uluslararası imajını tamir etmek olduğu söylenebilir. Fakat Amerika’nın demokrasi, insan hakları ve uluslararası hukuk gibi evrensel değerlere artan Çin tehdidinden dolayı yeniden önem vermesi, dikkatlerden kaçmıyor.

Dünyanın demokratik değerlere duyduğu ihtiyaç ortada. Bu konuda yapıcı iyileştirmeler kaçınılmaz. Burası ayrı. Fakat işin tadını, Çin tehdidiyle başa çıkmak adına bu değerlere gösterilen duyarlılık kaçırıyor. Diğer taraftan, Amerika’nın kendi çıkarları uğruna, otoriter rejimlerle kurduğu ilişkileri de hesaba katmak gerekiyor. Mesela Biden bu ilişkileri de gözden geçirecek mi?

Başkan Joe Biden’ın demokrasiyi dış politika öncelikleri arasına aldığı çok açık. Fakat Başkan’ın demokratik değerlerin tamiri hususunda ne gibi somut taahhütlerde bulunacağı oldukça belirsiz. Şimdilik sadece Donald Trump döneminde demokratik ilkelerin geri plana itildiğini ve de dünya genelinde demokratik değerlerde bir aşınma olduğunu ifade ediyor.

Peki ülkelerin demokratik olup olmadığına kim karar verecek? Başkan Biden tarafından 9-10 Aralık tarihlerinde videokonferans yoluyla düzenlenen Demokrasi Zirvesi’nin davetlilerine göz atıldığında, davetli ülkelerin demokrasiden ziyade Amerika’yla kurduğu ilişkilere dikkat ettikleri anlaşılıyor. Bu bağlamda demokrasi endeksine göre alt sıralarda yer alan Filipinler’in zirveye davet edilmesi, bize bir takım ipuçları vermesi bakımından önemlidir.

Evvela bu davetlerin Amerika’nın küresel siyaset sahnesindeki rolüne uygun hazırlandığı anlaşılıyor. Güney Çin Denizi’nde bulunan Filipinler’in jeopolitik ağırlığının demokratik ağırlığından üstün olması ve Amerika’nın Çin’e karşı mücadelede bu ağırlığa ihtiyaç duyması, olayın mahiyetini gözler önüne sermeye yetiyor.

Nihayetinde İki ülke arasında 1999 yılında imzalanan Ziyaretçi Kuvvetler Anlaşması kapsamında, ABD donanması eğitim ve tatbikat amacıyla Filipin limanlarını kolayca kullanabilmektedir. Özellikle Singapur, Japonya, Güney Kore ve Avustralya’da daimi askeri üsleri bulunan Amerika açısından Filipinler, Çin’e karşı önemli bir denge unsuru.

Dolayısıyla Amerika’nın dış politikada demokrasiyi yeniden araçsallaştırma girişimi, maalesef iyi gibi görünen kötü bir fikir ve özünde demokrasi değil Washington’un bölgesel çıkarlarının yattığı görülüyor.