Nasr Sûresi, Tevbe Sûresi’nden sonra Medine-i Münevvere’de nazil olmuştur. Âyet-i kerime sayısı 3 (üç)tür. Rasûl-i Ekrem Efendimiz’i (sav), ilâhî yardım ve zafere nâil olmakla müjdelediği için bu sûreye Nasr sûresi adı verilmiştir. Kendisine -İzacâe- Sûresi de denilmektedir. Sûreye “tevdi” de denilmiştir ki veda ettiren anlamındadır. Zira bu sûrede Rasûlullah’ın  (sav) yakında vefat edeceğine bir îma vardır. (Buhârî, tefsiru sûreti 110, 3; Tirmizî, tefsiru sûreti 110, 1)

SÛRENİN MEÂ

1- Allah’ın yardımı ve fetih geldiği,

2- Ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman,

3- Rabbini överek tesbih et ve O’ndan bağışlanmanı dile! Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

MUHTEVÂSI

Bu sûre-i celîle, Son Peygamber, insanlığın yegâne rehberi Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) fetih ve ilâhî zafere, yardıma nâil oluşunu ve İslâmiyetin mutlaka galip geleceğini müjdeliyor. Rasûl-i Ekrem’in de kulluk vazifesi ve şükran olmak üzere hamd ve tesbih ile mükellef bulunduğunu, Yüce Mevlâmızın Ğafur ve Rahim olduğunu, günahına tevbe edeni bağışlayacağını ifade ediyor.

SÛRENİN İNDİĞİ ORTAM

Nasr sûresinin nüzûlü hakkında şu açıklamalar yapılmaktadır: Nasr Sûresi Peygamberimiz’in (sav) vefatının yaklaştığını bildirmektedir. Ayrıca İslâm’ın yakında çok güçlü bir duruma geleceğini de haber verir. İleride Cenab-ı Hakk’ın yardımıyla kazanılacak bir büyük zaferin de müjdesi burada verilmektedir.

İbn Abbas (ra) ve başkalarından gelen rivâyetlerde bu sûrenin nüzûlü ile Rasûlullah’a (sav) vefatının haber verildiği nakledilir. Buhârî, tefsiru sûreti’n-nasr (110, 3)’da yer aldığına göre İbn Abbas (ra) sûreyle ilgili olarak şöyle der:   

“Ona vefatı haber verildi.”

Âlimlerin çoğuna göre Nasr Sûresi, Kur’an’dan nazil olan son sûredir. Yani, tümüyle nazil olan son sûredir. Veda haccında teşrik günlerinde nazil olduğu da söylenmiştir. (Rivâyetler için bkz. İbn Kesir, a.g.e., IV, 561)

Çoğunluğa göre Mekke’nin fethinden önce nazil olduğu, tefsirlerde belirtilen bir husustur. Hayber gazası dönüşünde indiği söylenmiştir.

O halde sûrenin onun vefatını ima etmesi, vefatı sıralarında nazil olmasından değil, bunun alâmetlerini sayarak, önceden haber vermesi şekliyle olmuştur. Bu sûreyle iki-üç senelik gayb haberi önceden verilmiş olmaktadır. Yardımın ve fethin gelmesi, insanların grup grup İslâm’a girişleri, önceden bildirilmiş oluyor. (Bkz.Yazır, a.g.e., X, 25)

SÛRE-İ CELİLE’NİN AÇIKLAMASI

1- “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman...” 

“İzâ”  tahakkuk (kesin olarak gerçekleşme) ifade eden bir zaman zarfı olduğu için fiil-i maziye gelir, şart manâsına delalet ettiği için de mazinin manâsını geleceğe çevirerek şartın gelecekte gerçekleşeceğini ifade eder. Burada şartı, “Câe” ile ona atfedilen  “Raeyte” fiilinin toplamıdır. Cevabı da son âyettir.

Allah’ın yardımı; düşmanlara galip ve muzaffer kılacak olan, vaad edilen yardımdır. Bu yardım şu âyet-i kerimede ifadesini buluyor:

-“Allah’tan yardım ve yakın bir fetihle mü’minleri müjdele!” (61 Saf 13)

Zemahşerî (h. 538), “Nasr ile Feth” arasındaki farkı  şöyle açıklıyor: “Nasr”; düşman üzerine üstün kılmaktır. “Feth” de memleketlerin fethidir ve manâ Rasûlullah’ın Araplara ve Kureyş’e zaferi, galibiyeti ve Mekke’nin fethidir. Allah’ın mü’minlere yardımı ve müşriklere ait yerlerin onlarca fethidir, de denilmiştir. (el-Keşşâf, IV, 805) Görüşlerin en açığı; yardımın, Kureyş’e veya bütün Arab’a üstün gelme; fethin de Mekke fethi olmasıdır. (Bkz. Müslim, salât 220)

Bu âyet-i kerimedeki fetihten muradın Mekke’nin fethi olduğunu söyleyenler, çoğunluktadır. Bunun açıklaması ise şöyledir:

Fetihten maksat; yalnız memleket fethinden ibaret olmayıp, daha çok kalplerin iman ve İslâm’a kazandırılmasıdır. Mekke ve Taif’in fethinden sonra, İslâm dini hızla yayılmaya başlamış ve yirmi seneden beri Kureyş kâfirlerinin karşı koymalarından dolayı Hakk’ın kabulüne kapalı duran kalpler, buraların ele geçirilmesinden sonra akın akın İslâm’a açılıvermiştir.

ALLAH’TAN BAŞKA İLÂH YOKTUR

Bilindiği üzere, Mekke’nin fethi hicretin sekizinci senesi Ramazan ayında olmuştu. Resulullah’ın (sav) emrinde muhacir, ensar ve diğer mü’minlerden on bin kişilik muntazam bir ordu vardı. İki bin kişi de sonradan katılmıştı. Peygamberimiz (sav), Mekke’de on beş gün kaldı. İlk girdiği zaman Kâbe’nin kapısında durup:

-“Allah’tan başka ilâh yoktur, O tektir, vadinde durdu, kuluna yardım etti ve (müşrik) toplulukları da yalnız başına yenilgiye uğrattı,” (Buhârî, meğâzi, 29, umre 12; Müslim, hac 428) demişti. Sonra da: “Ey Mekkeliler! Şimdi ben size ne yapacağım, dersiniz?” buyurdu. “Hayır (iyi muamele) yapacaksın, kerim kardeş ve kerim bir kardeş oğlu” dediler. O da “Haydi gidiniz! Sizler serbestsiniz,” buyurdu. (İbn Hişam, es-Sîre, IV, 55)

Bunlardan anlaşılır ki fetihten maksat, çoğunluğun dediği gibi, Mekke’nin fethi olmakla beraber, bu fetih yalnız düşman bir şehrin ele geçirilmesinden ibaret değildir. Kâbe’nin de fethi olduğundan aynı zamanda kalplerin Allah’ın (c.c.) dinine, İslâm kapısının bütün insanlığa açılışıdır. İşte bundan dolayı fetihlerin fethi olmuştur. Derhal bütün Arabistan’a ve oradan bütün cihana yayılan İslâm’ın maddi ve manevî fetihleri, Kâbe kapısının açılmasıyla başlamıştır. Bunun işareti ikinci âyet-i kerimede mevcuttur.

HAK DİN İSLÂM’DIR

2- “Ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman...”

Yukarıda da söylediğimiz gibi “Raeyte,” birinci âyetteki  “Câe”‘ye atfedilip, birlikte “İzâ”dan sonra geldiklerinden, hepsini birlikte bir zaman ve bir şart düşünmek gereklidir. Âyetin zahirinden açıkça anlaşılan Araplardan başkasını da içermek üzere bütün insanlardır. Araplar başta olmak üzere diğer tüm insanlardır.

Buradaki “görmek”ten açıkça anlaşılan da gözle görmektir. Ef’âl-i Kulûp’tan olarak ilim yani bilmek manâsına gelmesi de muhtemeldir. Ru’yet (görme) gözle olduğuna göre “nâs” (insanlar) kelimesi mef’ul olup bu cümle “nâs”dan haldir. “Giriyorken” şeklinde söylemek uygun olur.

Âyet-i kerimede “Dehalû”: “Girdiler” buyurulmayıp  “Giriyorlar” buyrulması da, bu insanların hepsinin girmelerinin tamamlanmış olmayıp, girmeye başladıklarına ve devamla, zaman ilerledikçe gireceklerine işaret eder. İşte bu ölçü iledir ki nâs (insanlar), Arap’tan başkasını da içine alır. Böylece gelecekteki girmeler de söylenmiş olmaktadır. Yani giriyorlar ve girecekler demektir. (Yazır, a.g.e., X, 28 vd.)

Allah’ın dininden kastedilen, Hak Din İslâm’dır ki, Allah katında din odur. Ondan başka din kabul edenin dini de asla kabul edilmeyecektir. İşte bütün bunları ifade buyuran âyetler:

ALLAH KATINDA TEK DİN İSLÂM’DIR

-“Muhakkak ki Allah katında (yegâne) din İslâm’dır.” (3 Âl-i İmrân 19.)

-“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki ( o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (3 Âl-i İmrân 85)

-“Göklerde ve yerde olanların hepsi, ister-istemez O’na teslim olmuştur. Ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (3 Âl-i İmrân 83.)

Yukarıdaki âyetler durumu açıklığa kavuşturuyor. Bu âyet-i kerimedeki Allah’ın dini ancak ve ancak İslâm’dır.

Cenab-ı Hak, “İnsanların Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde” derken, devamla onların nasıl girdiklerini de haber veriyor: Bölük bölük (fevc-fevc), dalga dalga, toplum toplum,  yani akın akın, gruplar, topluluklar halinde...

Bir diğer anlamıyla “Fevc” süratle geçen topluluktur. Mutlak cemaat manâsına da gelir. Şu halde her iki manâ itibariyle “alay” tabirine yakındır. Burada mutlak cemaat (toplum) manâsına olmakla beraber “efvacen” diye çoğul yapılmasıyla da fevc fevc, alay alay demek olmaktadır. Bu manzara ise;

“O (Hak) dîni, bütün dinlere üstün kılsın,” (48 Feth 28) âyetindeki vaadi gereğince, bu Hak dinin bütün dinlere üstünlüğünün ortaya çıkma manzarasıdır. Bu da, Mekke’nin fethi ile Rasûlullah’ın (sav) vefatı arasındaki zaman diliminde başlamıştır.

Rabbimiz, buraya kadar olan iki âyetinde; Allah’ın yardımı ve fetih geldiği ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, diyerek belirli bir zaman ve şart belirtmişti, cevabını yani bu zamanâ ulaştığımızda yapmamız gerekli olan şeyi, son âyet-i kerimesinde beyan buyuruyor ve bizlerden bazı şeyler istiyor. İşte üçüncü ve son âyet-i kerime:

CENAB-I HAKK’IN TEVBELERİ KABUL EDİŞİ

3- “Rabbini överek tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Şüphesiz O, tevbeleri çok kabul edendir.”

İşte Allah’ın (cc) bizlerden ve Peygamberi’nden isteği. Yani; sen, Allah’ın inâyeti ve fethinin geldiği ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün vakit; işte o zaman, Rabbini överek, hamd ederek tesbih et, O’ndan kendin için merhamet dile, demektir. Devamında büyük ve bilinen bir hakikat daha geliyor: Cenab-ı Hakk’ın, tevbeleri kabul edişi.

Demek ki, bütün bunların, yardım, fetih ve dini yaymanın neticesi, hikmetin gayesi tesbih ve şükürdür.

Bu âyet-i kerimeyi bir başka ifadeyle şöyle açıklayabiliriz: Ey Rasûl-i Zi Şan! Sen, böyle bir yardıma ve fethe, bir zafere muvaffak olduğun zaman ve insan topluluklarının, İslamiyet senin tebliğine uğraştığın dini kabul eyledikleri vakit, sana bu başarıları ihsan buyuran O her türlü noksanlıklardan münezzeh olan Yüce yaratıcına şükrederek, O’nu yüceltmeye devam et (ve O’ndan mağfiret dile). Ümmetinden sadır olacak bir kısım kusurların bağışlanmasını O Kerim, Rahim Rabbinden niyaz etmeye devam et. (Şüphe yok ki O) (Tevbeleri çok kabul edicidir.) Yarattığı günden beri kullarının tevbelerini ziyadesiyle kabul etmek lutfunda bulunmuştur. O halde bir kimse, günahı ne derece olursa olsun ümitvar olmalıdır. Çünkü Rabbimiz Kur’an’ın pek çok yerinde, “Allah, çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir,” buyurur. (49 Hucurât 5.) (Prof. Dr. M. Vehbi Dereli, Fatiha ve Kısa Sûrelerin Meâl ve Tefsiri)