Bazı vakitler yazarak anlatabildiklerimi konuşarak anlatamayacağımı düşünürüm. Yazmanın konuşmaktan daha sihirli bir hal olduğuna inandırırım kendimi ve çoğu kez inanırım da buna. İnanmak… Her şey inanmakla başlıyor zaten. Kendinizi kendinize inandırabildiğiniz vakit zaten herkes size inanıyor. İşte belki de yazmak, kendini inandırmaya çalışmaktır. Ama söyleyecek bir sözünüz olduğu vakit anlamlı oluyor yazmak. Yoksa kaç sayfa yazsanız da tek bir cümle söyleyemiyorsunuz. Derdiniz olmalı belki de, canınız yanmalı ya da, yahut söyleyecekleriniz önce kendinize olmalı, bilemiyorum.

Yazdıklarımı okuyup da iltifat edenlerin sordukları soru hep şu; “Nasıl? Nasıl yazıyorsunuz? Yazdıklarınızı yaşıyor musunuz?” Hayır, yaşamıyorum hepsini ama hissediyorum. Hissedebilmek, yaşamaktan daha gerçekçi geliyor bana. Ve biliyorum ki –şimdiye değin hep öyle oldu- bir şeyi yapmak istediğiniz zaman O size hep yardım ediyor. Dinleyenin “O” olduğunu bildiğiniz zaman anlatmak hep güzel oluyor. Bir dua kabul edin yazdıklarımı. “O” ki her vakit cevap veriyor ama bazı zamanlar biz cevaplarını işitmiyoruz. Yazanlar sadece kalemleri ile dua edenler gibi geliyor bana. Öyle inanınca okumak da yazmak da daha anlamlı oluyor.

Peki ama bunca yazmak neden?

Garip bir şey var yazmanın bana verdiği. Çok uzak şehirlerde yüzünü hiç görmediğim, sesini hiç duymadığım, tanımadığım, ismini dahi bilmediğim çokça insan kazandırdı bu yazmak bana. Hepsinde benim bile haberim olmayan hikayelerim, hatıralarım oldu. Sırf yazdıklarımdan beni tanıdılar ve sırf yazdıklarımla sevdiler beni. Kardeş olduk garip bir şekilde.

Geçtiğimiz aylarda bir imza günü için gittiğim bir şehirde kitaplarımı imzalarken onca kalabalık arasından bir genç kız gözüme ilişti. Kucağında benim kitaplarım vardı, sıkı sıkıya sarılmıştı ve ağlıyordu.

Birkaç zaman sonra sıra ona gelince kitabı bana doğru uzatıp; “Babam için imzalar mısınız?” dedi ağlayarak.

“Elbette imzalarım” dedim ama içimde bir tuhaflık. Önce çekinsem de dayanamayıp sordum; “Peki neden ağlıyorsunuz kardeşim?”

Daha çok ağlamaya başladı.

“Babam” dedi “Bu kitabınızı, Ene’yi çok sevdi. Her akşam oturup okuyor okudukça da bize anlatıyordu”

“Ne güzel” dedim “keşke o da gelseydi”

“Gelemez” dedi “geçen hafta vefat etti. Bu da okuduğu son kitaptı. Bitiremeden…” dedi ve konuşamadı ağlamaktan.

Üzüldüm, çok üzüldüm. Ama şunu anladım ki yazmak sadece yazmak demek değil. Bambaşka şehirlerde bambaşka insanlar sizin yazdıklarınızdan hatıralar kuruyorlar ve bazıları çok can yakıyor.