Din psikolojisi sahasında gençleri eğiten müthiş bir akademik deha(!)nın densizliği düştü gündeme geçenlerde…

Söz konusu figürün iftiralarını bizzat dinleyeyim dedim. Kan dondurucu. Hazret-i Meryem validemiz hakkında neler söylemiş! Yazmaya dahi hicap duyacağım ithamlarda bulunmuş. Üstüne ilim dünyasında sır gibi saklanan bir hazineyi ifşa eder gibi, ucube aforizmalarla racon kesmiş.

Teferruatına girmeyeceğim.

Evvela söyleyeyim ki bu yazıda Cihat Kısa’yı nişan almıyorum.

Hedefimi o kadar küçültemem.

Meramım ilahiyat camiasındaki ilhadiyat meşrepli kısa akıllılarla…

Hatta kadrajı daha genişletirsek; yaklaşık bir buçuk asır önce Müslüman Türk hüviyetine musallat edilen ithal İslamcılığın sebep olduğu tahribatla…

Zira “Anadolu imanı’’, bu tahribat neticesinde İslâm’ın temelini oluşturan ince hakikatlere körleşti. Bazı imam-hatiplerin ve ilahiyat fakültelerinin düştüğü çukuru hakkıyla göremez oldu. Reformcu, tarihselci, modernist hezeyanların ‘’eğitim’’ alanında nasıl cirit attığından habersiz muhafazakâr kitle; trajik ve bütüncül imam-hatip/ilahiyat fetişizmine saplandı. Lise ve üniversite çapında dinî okullara yapılan Müslümanca eleştirileri dahi din düşmanlığı sandılar. Ve oralardan duyulan bütün ‘’havalı’’ sesleri ciddiye aldılar.

Cihat Kısa’nın bir anda bu kadar ünlü olmasının sebebi tam olarak bu bilgisizliktir.

Çünkü Cihat Kısa, yayınlanan ses kaydına göre Kur’an-ı Kerim’e bile karşı çıkmış, avamın üstünde dahi durmayacağı bir mevzuyu büyütüp, kendi küçük görüşüyle kirleterek aşırıya kaçmıştır. Cihat Kısa böyle büyük saçmalamasaydı, akademinin kirli mahzenlerinde kendi öğrenci kitlesini zehirlemekle sınırlı kalacaktı.

‘’Eğitim piyasası’’nda Cihat Kısa gibilerin örneği çoktur. Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan vs… Fakat onlardan daha büyük tehlike, belki bu aşırı tiplerin dışında kalanlardır. On doğrunun arasına bir yanlış sıkıştırırlar, o yanlışla da tüm doğruları silip süpürürler.

Kâğıt üstünde ehl-i sünnet(!) olan büyük kalabalıkların gözü ise, anca afişe olan aşırı söylemlerden sonra açılır. Onun da sınırı bellidir. Aşırılığı yapan kimse görevden alınırsa problemin çözüleceğine inanırlar. Büyük resme odaklanmakla uğraşmazlar.

İslâm davasını Britanya-Venedik mahsulü ‘’İslâmcılık’’ ideolojisiyle savunmaya kalkan bir ideolojik hareket, bu feraset noksanlığından kurtulamaz. Bu konforlu dikkatsizliğe ilahiyat camiasındaki müfsid cereyanları anlatamazsınız.

Tıpkı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aslında ne amaçla kurulduğunu anlatamayacağınız gibi. (Şimdi orayı deşip konuyu dağıtmayalım.)

Bıkmadan şuraya gelmek istiyorum:

Adım başı imam-hatip, ilahiyat fakültesi açmak; ‘’dindar nesil’’ yetiştirmek için yeterli değildir.

Dini ilimlerde mürekkep yalasın, okusun da âlim olsun diye bu okullara verilen çocukların bir kısmı deist olup çıkıyor. Deist olmayan da, kendi kapasitesine indirgediği bir İslâmiyet uydurup sağda solda artistlik yapıyor. İmam-hatipte iki yıl okuyan kendini mezhep imamlarıyla bir tutuyor, gaza gelip fakülte kazanan da büyük müçtehitleri alaya alıyor…

Biraz karikatürize ettim elbette ama vaziyet bu.

Bu müesseselerde çok temiz hocalar, pırıl pırıl talebeler olsa da, maalesef gerçek böyle.

İslâm kisvesiyle gençliğin kalbine, Mösyö Hamidullah, Musa Bigiyef, Ali Şeriati, Sir M. İkbal, S. Kutup, Fazlurrahman ve sair; dilaver kaftanlı sömürge simsarlarının görüşleri akıtılıyor. Tüm bu isimlerle birlikte onlarla atbaşı gidenlerin; (nass)a aykırı, şeriata mugayir, edebi ve ilmi gözetmeyen düşünceleri, gençleri imanından ediyor.

Sonra da Filistin’de, Mısır’da, Suriye’de gerçekten ne olduğunu, neden ciddi sonuçlar alınamadığını, nasıl başarılı olunacağını anlayamayan bir Müslüman intelijansiyası(!) ortaya çıkıyor…

Benim meselem Cihat Kısa gibileri epey bir aşıyor yani.

Derdim çerçeveyi uzatmak…