Ne zaman hasta olsam, beynim makine gibi çalışmaya başlar. Bir şarkı başlar içimde. Son hastalanmamda ise “Anam rüzgâr, babam aşiret” diye diye sabahı ediyorum, Yusuf Hayaloğlu’nun diliyle. Ve diyorum ki, son yazını yazıyor olsaydın ne yazardın? Muhtemelen herhangi bir kurgu yapmadan yazardım. Zira, her yazımı son yazımmış gibi yazanlardanım.

Dünya sadece kahır dünyası değildir.

Dünya sadece kavga dünyası değildir.

Dünya sadece kötülerin dünyası değildir.

Dünya sadece kâfirlerin dünyası değildir.

Dünya sadece acılar yurdu değildir.

Dünya sadece sorunlar, dertler yumağı değildir.

Sanırım uzun bir zaman önceydi. Kıştı. Kar vardı. Bir minibüse ağlayarak ve burnumu çeke çeke binmiştim. Tahta bir bavulum vardı. Herhalde on bir yaşındaydım. Bazı çocukların parasız yatılıya gittikleri yaştaydım. Bazı çocuklar ise sımsıcak evlerinde, sımsıcak yorganlarına sarılıp yatıyorlardı. Dedim ya, kıştı ve her tarafta kar vardı. Soğuktu. Daha el kadar çocuktum ve bir hayalim vardı. Okuyacaktım. Tayyip Erdoğan futbol oynuyordu o yıllarda. Ahmet Kaya, Kenan Evren’in gazabından kurtulmak için “Cenk Türküsü”nü kasetine alıyordu. Daha Sezen Aksu şarkıları dinlememiştim. Hatta Bosna, Çeçenya, Filistin, Irak… Hiçbirisi kelimelerim arasına karışmamıştı. Okulda “Tarım” dersi vardı ama tarım yapmıyorduk. Müzik dersinde epey dayak yiyor, Fransızca dersinde bol bol aşağılanıyorduk. Daha doğru dürüst Türkçe konuşamayan bir çocuğun telaffuzu bozuk diye, öğretmen, “Git köyüne çoban ol” diyordu.

Şimdi geldi aklıma: Oğlumu İmam Hatip’e verdim. Tüm öğretmenleri gencecik kadınlar. Bir de erkek lisesi. Çocuk, “Öğretmene soru soruyorum, cevap bile vermiyor, yüzüme bile bakmıyor” diyor. Okula gidip öğretmenle konuşayım, diyorum, ne konuşabilirim ki; öğrencisini görmeyen, hem de imam hatip öğretmenine? Sırf adını yazılı kâğıdına yazdı diye 20 puan veriyorum çocuklara. Biraz cesaretleri olsun diye notlarını yükseltiyorum. Oğlum, Allah’ını bilsin, sevsin. Eğer fazlasını yapacaksa kendi bilir, dediğim okulda öğretmenleri 100 üzerinden 2, 4 gibi notları veriyorlar. Bu, bizi döven Fransızca, müzik öğretmenlerinin yeni jenerasyonu. Hatta bedel ödemeden güya dinlerini yaşayan insancıkların dünyası. Bedel ödemek… 28 Şubat’ın acısını çeken insanlar bir yana, bugün hükümet desteğiyle kurulan imam hatip okullarında, önlerine gelen öğrenciye bir gram merhamet duymayan korkak ve bedel ödemekten yoksun, çağı anlamayan, önlerine sorunsuz öğrenci konulmasını bekleyen, hayatın anlamını, insanın değerini bir kere sorgulamamış insancıkların elinden elbet bir gün tüm kazanımlar alınır. Ve biliyorum ki bukalemun gibi, o gün de yeni yönetimler karşısında kaypakça dururlar.

Bir kış günü yola çıktım. Dedem, ninem, babam, annem beni hiç tanımadıkları insanlara teslim ettiler. “Onlar öğretmen yavrum!” dediler. Öğretmen, peygamber gibi bir şeydi onların nazarında. Etimizi de kemiğimizi de teslim ettiler. Ama bilmedikleri bir şey vardı: O köylü insanların dişiyle, tırnağıyla kurduğu hayatı, yetiştirdiği çocukları o öğretmenler pinpon topu gibi savuruyorlardı. Araba almak, ev almak, maaş konuşmak, hükümet devirmek, okulda küçük tanrılar gibi gezen o insanların pazara varınca pısırık bir şey olduklarını bilmiyorlardı.

Da…

Bugün hastayım. Okuluma gidemedim. Aydın Hoca’yı aradım. Dedim, benim kızı bırakabilir misin? Ne demek, dedi, istediğin yere bırakırım hocam, dedi. Şimdi siz zannedeceksiniz ki Aydın Hoca ile kırk yıldır ahbabım. Yo, şunun şurasında bir yıl ya oldu, ya olmadı tanışalı. Hatta Aydın Hoca ile aynı dünya görüşünden değilim. Ama Aydın ile aynı kahırlı zamanlardan geldik. Öğrencilerin boks çuvalı gibi dövüldükleri zamanların insanlarıyız. İçim bir tuhaf oldu Aydın’ın insaniyeti karşısında. Evet, insaniyet…

Kardı, kıştı, kıyametin bozkırdan gelen bir çocuğun yüreğinde hiç bitmediği zamanlardı. İnsaniyeti öğrenelim diye yollara düşmüştük. İnsaniyet o acılı yollardan geçen insanlardan başkasında yoktu. Vurup geçen niceleri vardı. Zira, vurup geçmezlerse ayakta kalamayacakları öğretilmişti onlarla.

Ahmet Kaya, Sezen Aksu dinledim. Tayyip Erdoğan’ın en tepeye çıkışını gördüm. Hatta o tepeye çıkarken nice hak etmeyen insanın onun gölgesinde palazlandığına şahit oldum. Murat, Asım, İbrahim abi öldüler. Yalnızlaştım. Sevgilerin nasıl hacamat edildiğini gördüm. Ve yine de dünyanın kötülerin dünyası olmadığına olan inancımı kaybetmedim.

Çünkü dünyada her ağacı kesseler, her gölgeye kötüler sığınsa da merhamet adlı bir çınar var. Dedim ya, aynı inançta olmasak da Aydın Hoca var. 11 yaşındaki çocukları tekme tokat dövseler de, 15 yaşında, imam hatip okullarına Allah’ı tanımak için giden çocukların yüzüne bile bakmayıp, yok saysalar da merhamet kazanacak.

Ve bedelini ödemediğiniz insaniyet çat diye çatlatacak sizi! Çünkü dünya, adalet ve merhamet üzerine kuruludur!