Ülkemizde Batı etkisinde, yalan yanlış bilgilerle tamamen ideolojik bir dayatmayla yazılan tarihin nelere mal olduğunu çok kısa bir süre önce ekranlardan izlerken aslında “birilerinin” ülkemizi nereye konumlandırmak istediğini de bir kez daha mukayese etme imkânı buldum. Ya içimizde Avrupa’nın temelleri olmayan karanlık, yozlaşmış ve köhne zihniyetiyle aydınlandığını düşünenlerin ortaya koyduğu boş ifadelerle çırpınacağız ya da geçmişimizden aldığımız ilhamla ilmin ve bilimin ışığında kendimizi çağın ötesine taşıyacağız. Bunun kararını vermek sadece kişisel olarak bir fikir ortaya koymaktan öte toplumsal olarak vatanımızı, milletimizi ülkemizi ve tüm insanlığı ilgilendiren bir konuya ortak olmamızı da ifade etmektedir.

Dostlar sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

Ülkemizde Batı etkisinde, yalan yanlış bilgilerle tamamen ideolojik bir dayatmayla yazılan tarihin nelere mal olduğunu çok kısa bir süre önce ekranlardan izlerken aslında “birilerinin” ülkemizi nereye konumlandırmak istediğini de bir kez daha mukayese etme imkânı buldum. Ya içimizde Avrupa’nın temelleri olmayan karanlık, yozlaşmış ve köhne zihniyeti ile aydınlandığını düşünen zihniyetin ortaya koyduğu boş ifadeler ile çırpınacağız ya da geçmişimizden aldığımız ilhamla ilmin ve bilimin ışığında kendimizi çağın ötesine taşıyacağız. Bunun kararını vermek sadece kişisel olarak bir fikir ortaya koymaktan öte toplumsal olarak vatanımızı, milletimizi ülkemizi ve tüm insanlığı ilgilendiren bir konuya ortak olmamızı da ifade etmektedir.

DÜNYANIN EN BÜYÜK MEDENİYETİ

Dostlar, şunu net olarak ifade etmeliyim ki burada kullanılan “Geçmişimizden aldığımız ilhamla…” sözcüğü özenerek seçilmiş bir sözdür. Bu sözü tam manasıyla idrak edebilmek aslında tarih bilgimizin de bir yazılı yoklaması olarak ifade edilebilir. Eğer dünyanın en büyük medeniyeti olduğunun bilimsel olarak dahi ispat etmiş olan İslam Medeniyetinin bir parçası olduğunuzu inkâr ederseniz, Peygamber Efendimiz (s.a.v) “İlim Çin de olsa gidip alın.” Sözünden habersizseniz en önemlisi Türk – İslam Tarihine yabancı iseniz, Avrupalıların kilisenin hâkimiyetinde oluşturdukları skolastik düşüncenin hâkim olduğu, baskıcı, bilimle uğraşan bilim insanlarının “büyücü” olarak nitelendirildiği bu süreci bize kendi tarihimiz gibi anlatırlar. Cezeri’yi, İbn Haldun’u, İbn Sina’yı, Biruni’yi, Fatih Sultan Mehmet’i, Akşemsettin’i, Ali Kuşçu’yu tanımazsanız, doğmalarla, bilimsel gerçeklikle tamamen taban tabana zıt görüşlerle yazılmış tarih kitaplarına inanmak zorunda bırakılabilirsiniz.

Her ne kadar geçtiğimiz birkaç yüzyılda kendi tarihimizden uzak kalmış olsak da, Unutmamak gerekir ki bugünkü bilime yön veren kişiler yüzlerce yıl önce doğunun saraylarında, rasathanelerinde ve medreselerinde yetişmiştir. Astronomiden felsefeye, cebirden geometriye birçok alanda birbirinden kıymetli buluşlar yaparak birçok bilimin temelini atmışlardır. Dünya üzerinde ilk uçuş denemelerini Wright kardeşlerden yüzyıllar önce İbn-i Firnas yapmış, Robotik bilimin temelini Cezeri, fotoğrafçılığın temelini Heysem atmıştır. Mikroptan ilk bahseden ise Akşemsettin’dir. İbn-i Sina tüm dünyada “Tıbbın Babası” olarak tanınmıştır. Biruni Newton’dan 700 sene evvel yer çekimi kanununu bulmuş ve yazmıştır. Bunların bir kısmını daha önce kaleme aldığım “Doğu’nun Aklına Hakim İnsanlar (DAHİ)” yazısında ayrıca okuyabilirsiniz.

TÜRK TARİHİNİ SON BİRKAÇ ASRA HAPSETMEK…

Aslında tarihle ilgisi olmayan özellikle siyasi kimliklerine göre tarih arayışı içerisinde olan bu kişilerin bu tarz söylemlerini ifade etmeleri gerçek kimliklerini de ortaya koymaktadır. Bu tarz ifadeler Türk tarihinden, Türk İslam Tarihinden bihaber olarak yaşama gayreti içerisinde olanların, Türkiye Cumhuriyeti tarihini son bir asra hapsetme gayreti içerisinde bağnazlık ve bilimden uzak bir şekilde büyük bir cehalet içinde ortaya koydukları şahsi düşüncelerinden ibarettir. Tarihi bilgi ve tüm dünya tarafından kabul edilmiş gerçekleri yok sayarak kendi şahsi düşüncelerini tarih olarak kabul etmek tabi ki kişinin kendini ilgilendirir, biz kimsenin cehaleti ve yobazlığı ile uğraşacak değiliz. Ancak ne zaman ki bu düşünce toplumu kutuplaştırmak için bir silah olarak kullanılarak öz değerlerimize saldırı için kullanılır ve hakaretle bütünleşirse o zaman bunun bir yaptırımı olmalı diye düşünüyorum.

Bilindiği gibi özellikle son yüzyılda kendini aydın olarak ifade eden bir kesimin popülerlik kazanmak adına İslam’a ve değerlerimize saldırmaları, üretimden, bilimden, çağdaşlıktan uzak kendi köhne ve yok olmaya yüz tutmuş zihniyetlerini yaşatma çabalarından başka bir şey değildir. Asırlardır Türk-İslam Medeniyeti ile Dünya’da ilmin ve bilimin sancaktarlığını yapmış bu milleti kendi sığ düşüncelerine hapsetmek isteyenler bilmelidir ki bu millet buna asla müsaade etmez.

AVRUPA KARANLIKKEN DÜNYA AYDINLIKTI!

İşin aslını net olarak ifade etmek gerekirse Orta Çağ, bütün Dünya için "karanlık" bir dönem değildi! Avrupalıların karanlık çağ olarak ifade ettiği bu dönemde İslam medeniyetleri bilim ve teknoloji açısından en parlak dönemlerini yaşıyorlardı. Bunun yanında, örneğin, matbaa ve barutu Çinliler keşfetmişlerdir. Hintliler, felsefe alanında gelişmişlerdir.

Bu doğrultuda bakıldığında Karanlık Çağ deyimi aslında sadece Avrupa merkezli bir görüş açısını yansıtmaktadır çünkü Avrupalıların Karanlık Çağ olarak gördüğü dönem İslam uygarlığının en parlak dönemlerinden biridir.

AVRUPA MEDENİYETİ VAR OLUŞUNU İSLAM’A BORÇLU!

Yunan ve Roma medeniyetleri dönemine Eski Çağ veya Antik Çağ denir. Bu dönemde Sokrates, Aristo, Platon gibi fikir adamlarının düşüncelerinin etkili olduğu Batı'da başta felsefe olmak üzere birçok alanda gelişmeler yaşanmıştır. Ancak bunca gelişmenin yanında insanlar hakkı ve hakikati bulamayıp tabiatta ki mucizevî hâdiseleri anlayamamışlar ve onlara yücelik isnat ederek güneş, rüzgâr, ateş ve ormanları ilâh kabul edebilecek kadar basitliklere düşmüşlerdir.

Bütün bu gerçeklerin ışığında baktığımızda İslâm âleminde 700'lü yıllarda gerçekleşen "tercüme faaliyetleri" medeniyet tarihi açısından apayrı bir öneme sahiptir. Bu faaliyet sayesinde bugün Batı düşüncesinin öncüsü olarak kabul edilen Aristo, Eflatun, Sokrates felsefî düşünceleri, Hipokrat, Öklit, Batlamyus, Arşimet'in ilmî eserleri Arapça'ya çevrilmiştir. "Beytü'l-Hikme"de oluşturulan heyetler felsefe, riyaziyet, tıp, astronomi, kimya gibi dallara ait pek çok eseri süzerek istifadeye sunmuşlardır. İnsanların istifadesine sunulan bu eserler tam bir medeniyet süzgecinden geçirilmiş, hak ve hakikat ışığında bugün ulaştığımız birçok bilimin temellerinin atılması sağlanmıştır. Bu tercüme hareketleri bu gün oluşturulan Batı dünyası ve Rönesans hareketi için çok büyük öneme sahiptir. Çünkü Orta Çağ'da Kilise tarafından İlkçağ medeniyetine ait eserler yok edilince, geriye sadece Müslümanların elindeki nüshalar kaldı. Daha sonra bunlar tekrar Arapça'dan tercüme edilmeye başlayınca Rönesans'ın doğmasına sebep olmuştur. Kısacası “Avrupa medeniyeti ayakta kalmayı, Rönesans da yeniden doğmayı İslâm medeniyetine borçludur.”

BATI RÖNESANS’LA AYDINLANDIĞINI SANDI!

Sonuç olarak, İlkçağda felsefi düşünce üzerine kurularak inşa edilmeye çalışılan medeniyet, insanlarca bozulmuş olan Hristiyanlık altında tahrip edilerek Rönesans aydınlarının da ifade ettiği gibi gerçekten karanlığa gömülmüştür. Bunun faturası ise tüm tarih kitaplarında görüldüğü gibi “dinlere” aslında işin özünde yine insanlar tarafından tahrif edilen bağnazlıklarla dolu düşüncelere yüklenmiştir. Rönesansla aydınlandığını sanan batı düşüncesi Engizisyon'un kötülükleri ile birlikte her yanlışı dine bağlama ve her dinin aynı özellikte olduğu yanlışlığına düşmüşlerdir. Rönesansla yeniden diriltildiği düşünülen Batı medeniyetinin din tutarsızlığı ve kendi inşa ettiği düşüncelerini din olarak benimsemeleri ise, bugün bile insanlarının kendilerini boşlukta hissederek farklı arayış içerisinde Ataizim, Budizm, Hinduizm gibi din sanılan felsefelerin yanında, mantık dışı arayışlara yöneltmiştir.

NET SONUÇ!

Batı'nın büyük bir karanlığı yaşadığı zamanda kendi tabirleri ile aslında Orta Çağ’da onların deyimi ile “Karanlık Çağ’da” İslâmiyet önce Doğu'da, daha sonra da Endülüs Emevi uygarlığı ile Batı'da aydınlığı yaşatmış ve iki medeniyet çağı arasında köprü olmuştur. Dünya medeniyetleri arasında yerini alan ve düşünce, ilim, sanat, kültür, edebiyat gibi birçok alanda kendine has bir üslup ortaya koyan İslâm Medeniyetini çağlara ayırmak gerekirse, bunu Batı kriterlerine göre dilimlere ayırmak bilimsel hiçbir dayanağı olmayan büyük bir cahillikten öte başka bir şey değildir. Bu ayrım ancak ve ancak İslam Medeniyetinin kendi tarihine ve bilimsel dayanaklara uygun olarak yapmak lâzımdır. Unutulmamalıdır ki İslâm Medeniyeti Ortadoğu, İran, Afrika ve İspanya'da büyük bir altın çağ yaşamıştır. Ancak İslam medeniyetinin bu yükselişi Doğu’da Moğollar, Batı’da ise Avrupalılar tarafından ne yazık ki kanla ve zulümle kesilmiştir.

Unutulmamalıdır ki kan ve gözyaşı üzerine inşa edilen bu zulüm düzeni ebedi olmayacaktır. İslam medeniyetinin hak ve hakikat düzeni tekrar hak ettiği şekilde dünya üzerindeki yerini alacaktır.