Sanayileşmenin doruğa ulaştığı 19. yüzyılda Avrupalıların yaşadığı buhran ve arayış “Varoluşçuluk” akımını başlatmıştı. Kierkegaard ile başlayan Nietzsche ile kırılmalar yaşayan bu düşünce 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrasında Sartre ile bambaşka bir boyuta ulaştı. Bizdekinin aksine sığınabilecekleri sağlam bir tutamaktan yoksun olmaları Avrupalıları uç noktalara sürükledi. Faşizm, sosyalizm, ateizm, komünizm, deizm gibi akımların yaygınlık kazanması bu arayış çabalarının ürünüdür. Bunların yanı sıra Hint ve Uzak Doğu dinlerine ilginin artması da bu dönemin özelliğidir. Arayış içerisinde olan Avrupalılar sırf huzur bulabilmek için “Ruh çağırma”, “Simya”, “Astroloji”, “Mistisizm”, “Tradisyonalizm” gibi akımları yaygınlaştırmıştır. Dönemin pek çok şair ve yazarının eserlerinde bu konulara değinmeleri bunun göstergedir.

Titus Burckhardt Tradisyonalizm(Gelenekçilik) akımının ikinci nesil temsilcilerindendir. René Guénon ile temeli atılan bu akım, etkisi bugüne kadar ulaşan bir topluluğa dönüşmüştür. Büyük çoğunluğu İslam’ı seçen bu isimler ateist varoluşçuluğun tam karşısında konumlanarak anlam arayışını kıta Avrupası’nın dışına taşımıştır. Kuzey Afrika Tasavvuf geleneği bu topluluğun anlam arayışlarının kaynağı haline gelmiştir.   

Titus Burckhardt Floransa’da doğdu. Aslen İsviçre’nin Basel şehrinden Alman asıllı aristokrat bir aileye mensuptur. Babası Carl Burckhardt meşhur bir heykeltıraş, amcası Jacop Burckhardt ünlü bir sanat tarihçisi olup Avrupa sanatını sistemleştiren isimlerden biridir. Ailesi dolayısıyla Burckhardt’ın anlam arayışı sanat üzerinden olmuştur. Katolik İtalya sanatının yanı sıra Protestan kuzeyin sanatıyla büyüyen Burckhardt’ın anlam arayışı tamamen farklı olan İslam sanatına merak duymasıyla değişime uğramıştır. İslam sanatını yerinde görmek üzere gittiği Fas’ta uzun yıllar kalmış ve 1934 yılında İslâmiyet’i kabul edip İbrâhim İzzeddin adını almıştır.

Bugün Titus Burckhardt’ın vefatının yıl dönümü. Burckhardt 15 Ocak 1984 tarihinde Lozan’da vefat ettiğinde geride yarım asırlık çalışmalarının ürünü olan “İslam Sanatı” isimli eserini bıraktı. İlk kez 1976 yılında yayınlanan bu eser İslam sanatını kavramsallaştıran, sistemleştiren öncü bir çalışmadır. Bu anlamda 13 asırlık İslam sanatını batılı bir mühtedinin temellendirmesi hikmet-i ilahinin aziz bir tecellisidir. Halen ana kaynak olan bu eser Turan Koç tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

Rene Guénon(Şeyh Abdulvahid Yahya), Frithjof Schoun(Şeyh İsa Nureddin), Martin Lings(Ebubekir Siraceddin) ile Titus Burckhardt (İbrahim İzzeddin) gelenekçi akımın benzer ihtida hikâyelerine sahip isimleridir. İslam’ın sade ama etkili yönlerini farklı veçhelerden ele alarak Avrupa’da yayınlamaları etkisi bugüne kadar uzanan önemli bir külliyatı ortaya çıkarmıştır. Seyyid Hüseyin Nasr akımın günümüzdeki en etkili isimlerindendir.  

Burckhardt’a göre İslam sanatı hikmet ile zanaatın evliliğinden dünyaya gelmiştir; bu sebeple, İslam sanatına vâkıf olmak için bu iki konuda da yetkin olmak gereklidir. İslam’ın manevi öğretisinin dili semboliktir, dolayısıyla İslam sanatının dili de sembolik olmak zorundadır. Semboller üzerindeki perdenin kaldırılması ise manevî doktrini yani tasavvufu idrak ile imkân kazanır. İslam'ın kutlu mimarisi, yeryüzünde bir merkeze yönelmiş durumuyla zamanın ölçüsünü yansıtmaz. Onun tecrübeye takdim ettiği mekân ânın saltanatı altında âdeta erir; o, gözü belli bir noktaya çağırmaz; o, burası ile öte ya da yer ile gök arasında herhangi bir gerilim ya da çatışma telkin etmez; her yerde tam doluluğunu izhar eder. İslam sanatının özü ve temel ilkesi tevhiddir. Sanat asılları Kuranda hadiste ve arif insanların fikirlerinde bulunan hikmetlerin sembollerle hissettirilmesine veya sükûnetle tefekkür ettirilmesine yarar. Ayrıca ibadetin ihlasını korumaya yardımcı olur. Avamdan havasa İslam ümmetinden herkesin hayatını güzelleştirir. Mekanik olanı yumuşatır. Ölü duvarlara can verir. Durağan olanı ritmine katar. Sanat çarşıda pazarda veya camide gördüğünüz insanı nurlandırır ve İslam cemiyetinin parçası haline getirir. İslam sanatının kutlu boyutu, bizi; onu kazara birbirine karışmış tarihsel eklentiler olarak yorumlamaktan alıkoyar. Nitekim Sanatta form birliğini İslam kadar hızlı kazanmış klasik bir medeniyet yoktur üstelik bunu soyut niteliğine rağmen başarmıştır. Kahire’de Kurtuba’da İsfahan’da veya İstanbul’da biz üslupların renkli çeşitliliğini görürüz; fakat kesrette vahdeti gösterir şekilde her birinde tevhidi buluruz.

Ruhu şad mekânı cennet olsun.