Yitirdiklerimizin yerine ikame ettiklerimiz üzerine biraz düşündüğümüzde neyi, ne ile takas ettiğimizi daha net görmeye başlıyoruz. Muhayyilenin yerine ikame ettiğimiz algı ve uyutma bizi hakikatin anlam alanının dışına iter. Gerçeklik diye tutunduğumuz yeni anlam alanlarının aslında üretildiğini ve her alanda dolaşıma girdiği için kamuoyuna benimsetildiğini ve bunun sonucu olarak her alanda büyük kayıplar verildiğini görüyoruz.

Muhayyile-hayal geçmiş ile gelecek arasında sağlıklı bir ilişki kurmamızı sağlar. Geçmişin bilgisine yaslanarak tahayyül edeceğimiz gelecek, asırları kucaklayan tecrübî verilerle nesilleri besler. Muhayyile hayal kurma gücü ve yeteneği olarak tarif edilse de kendini kolaylıkla ele veren bir kavram değil; çünkü hangi dil ve kelimelerle nasıl bir hayal kuracağınız gerçeği karşınıza çıkar. Geçmiş bilgisinden bir iz kalmamışsa zihin dünyanızda, mazi ile şuura dayalı bir ilişki kuramamışsanız ve zihninizi, sokağınızı, ekranlarınızı, gazetelerinizi tilciklerle kirleten bet sesli algı mimarlarının işgaline maruz kalmışsa, algı imparatorluğunun kirli kelimeleriyle kuracağınız hayal hiçbir ihtiyacınızı karşılamayacaktır. Hayal gücü ve hayal kurma kapasitesi zihinde önceden yer etmiş tasavvurlarla inşa edildiğinde aydınlık bir anlam dünyası kurar ve algı imparatorluğunu mağlup eder. Geçmişten muhâfaza edilen değerli bir veri yoksa ve kelimeleriniz kavramlara dönüşmemişse bir gelecek kurgulayamazsınız. İdrak edilmemiş şeylerle muhayyile harekete geçirilemez. Geçmişinden, tarih ve edebiyat bilgisinden, kültür ve medeniyetinden mahrum bırakılan nesiller güncel muhayyileyi harekete geçirip yaşadıkları zamanın algı dünyasını yorumlayamaz ve kurgulanmış öğretilmiş/kabul ettirilmiş doğrulara (!) teslim olurlar.

Hayatın anlamı ne sorusunu merak ettirecek kelimelerden ve merakı harekete geçirecek sorgulamadan mahrum bırakılan bir nesil “Hayat kiminle anlam kazanır?” sorusuna yöneltilmiştir. Bu yöneltme anlayış ve çabası insanlığı Mesihçi, efendici bir inanca veya seküler güçlü liderlik kültüne yönlendirmiş, kutsayıcı inanma tutkusuyla tüm hakikatleri gölgede bırakacak anlamsız bir bilgisizliğe mahkûm etmiştir. Spiritüel/sezgilerle veya seküler teslimiyetle “ne, niçin, nasıl” sorularını göz ardı ederek “kim” sorusunun cevabına odaklı her toplum muhayyilesini yitirir ve algı inşacıları karşısında kaybeder. Sentetik/üretilmiş kutsal kişilikleri kutsama ritüellerinin seküler ve dindarlık kültü etrafında şekillenmesi o ritüeli meşru kılmaz. Mesihçi ritüeller de seküler liderliğe yapılan tazim de sanem hükmündedir ve birini diğerine üstün kılmaz.

“Hayatın anlamı nedir?" sorusu etrafında kurcalanacak bir geçmiş birikimi ile gelecek tasavvuru yeni başlangıçlara zemin hazırlar. Burada en büyük tuzak geçmişin kutsanarak korunmaya çalışılmasıdır. Geçmiş, doğru bir anlamayla dönüştürüldüğünde, pek çok alanda önderlik ve öncülük edecek birikimle tanışabiliriz. Hakikate müteveccih bir sorgulamada dindarlar hayatın anlamı "Ne?" yerine hayata anlam veren "Kim?" sorusunu sorar. Bu soru Kuran’ın temel verilerinin tamamı ile çelişir; çünkü “kim” sorusunun cevabı Mesiyanik Mehdi inancından başlayarak iradeyi bloke eden efendi, hoca, seyda (…) isimlendirmeleri ile devam eder, kurtarıcılık kutsaması ile masalsı efsanelere dönüştürülür ve öte dünya kurtarıcılığını şefaat kavramı ile garanti eder. Böyle bir hayatın dünyada da ahirette de bir anlamı yok. Aynı şekilde yaşama biçimini Stalin rejiminin benzersizliğine endekslemiş bir devrimci de bir mürit ya da dâiden farklı değildir. Stalinci devrimci için Gulak Takımadaları ve Sibirya sürgünleri meşrudur ve oradaki ölümler için Stalin suçlanamaz. Mürit ve dâi için de kutsanmış kişilikler veya Mesih hayata anlam verebilir. İrade ve aklı değerli bilen insan için bu iki çıkarım da aynı anlam ve anlayıştadır. Birinin seküler, birinin spiritüel dindarlık üzerinden anlamlandırılması arasında bir fark yoktur. Evreni öküz boynuzunda bilen akıl ile varlık alemini kozmik bir devin tırnağındaki atom zerreciğinde arayan akıl arasında da bir fark yoktur. Buna insanı, terliksi yaratıktan dönüştüren algı mimarlarını da ekleyebiliriz.

Bu bakışı içselleştirebildiysek algı çağının anlam üretme çabalarının da farkında olmak zorundayız. Biz XX. asır neslinin anlamakta zorlandığı yeni hayat biçimi ile eş anlamlı kılınan anlam biçimi; Batı hayat tarzını, egemenlik haklarını, post kolonyal anlayışı meşhurlaştırarak “algıyı” “anlama” ilga edip meşrulaştırmaktır. Bu meşruiyetin meşhur edilmesi için kullanılan havalı isme de “post-turut” (post-truth) diyorlar. Havalı İngilizce bir tanımlama uydurulunca bütün palavralara geçerlilik kazandırılıyor.

Anlamı, anlamlandırmak için ortamı ve metni tüm algı verilerinden temizlemek gerekir. Sözlük anlamı “bir işâret, kelime, hareket veya olaydan anlaşılan şey, mânâ” olarak tarif ediyor. Bunu neye nispetle nasıl anlayacağımızı tarif etmiyor. Zihnin anlama kapasitesine bağlı olarak konumlandırdığımızda, algı kurgulayacak tüm olguları alan dışında bırakırız; ancak toplumu kendi niyetleri doğrultusunda kurgulamak isteyen egemen güç ve sermaye çevreleri zihni bulandıracak veri üretir ve algı inşa eder. Algı meyletme ve yönlendirmeyi güdüler. Anlamlandırma (algı) ile anlam arasındaki kopuş, diğer tüm kopuşlara kapı aralar.