Türkiye’de belirli bir kesim için her kötülüğün suçlusu İslâm dini ve Müslümanlar.

Tabii çoğu zaman direkt böyle söyleyemediklerinden; tarikatlar böyle, cemaatler şöyle diye sayıklayıp duruyorlar.

Son zamanlarda da bir intihar vakası üzerinden ideolojik azgınlıklarını dışa vurmaya heveslendiler. Kültür çapında toptancı linç propagandalarına devam ediyorlar.

Öncelikle belirteyim:

Müntehir Enes Kara’nın kaldığı cemaat eviyle itikadî ve sosyal hiçbir bağım yok. Miladî 1909 yılından sonra kurulan hiçbir tarikat ve cemaate kefil olamam. Ehl-i sünnet ve hakikî tasavvufa inanan bir Müslümanım. Din adamı kılıklı şarlatanlar, sapkın tarikatlar, hain cemaatler, kültür Müslümanlığı ve yobazlık hakkında; kendini aydın sanan kronik din düşmanlarından daha çok fikir sahibiyim. Bu mevzuları çokça yazdım.

Tarikat, dergâh, cemaat meselelerini satıhçı ezberlerle yorumlayan nefret dolu tiplere İslam sosyolojisini anlatacak enerjim yok. Umumiyetle ateist, solcu, Kemalist ve hatta -trajikomiktir- laik geçinen yığınlara bu gerçekleri anlatmak ciddi sabır istiyor.

Ara parantez olsun:

Bu çokbilmişlerin en çok övündüğü mesele; 15 Temmuz’dan önce de FETÖ’ye düşmanlık beslemekti malum. Oysa düşmanlıklarının temel sebebi öngörülü olmaları değil; doğrudan din karşıtlığı, cahilliklerinden ötürü FETÖ’yü gerçek bir cemaat sanmalarıydı. Sonra bunların ağa babaları, FETÖ’yle dahi ortak oldular. Neyse, orası ayrı konu…

Velhasıl, bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen bu nasipsiz güruh, maalesef iki yüzlü bir ’’etik’’ anlayışının esiri…

Fiili faile göre değerlendiren rezil bir ahlak skalasına sahipler. Kendi ideoloji çevrelerinden çıkan sapıklıklara nasıl sustuklarını iyi biliyoruz. Sosyal medyada kadeh kaldırarak ilerici ve aydın olunacağını düşünen yetersizler; kadına şiddet, çocuk istismarı, intihar gibi konularda alkolün oynadığı rolü ısrarla es geçiyor mesela. Eşini döven, aldatan bir TV spikeri, üstüne M. Kemal süveteri geçirdiği anda suçsuzlaşabiliyor. PKK’lı tecavüzcülerin/bebek katillerinin avukatlığını yapan politikacılar, sözde sanatçılar, gazeteciler, şunlar, bunlar; laik kafalar tarafından çılgınca savunulabiliyor.

Aslında yıllar önce ‘’dindar’’ etiketli bir vakıfta, kendine ‘’ateist ve devrimci’’ diyen bir öğretmenin çocukları taciz etmesini, senelerce ‘’Müslümanlar işte böyle tecavüzcü’’ diye reklam eden şerefsizler için gayet doğal bir durum...

Hatta bu ‘’doğal’’ karakteri; eğitim misyonunu ‘’Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı gençler yetiştirmek’’ şeklinde ifade eden bir vakıf okulundaki pedofili skandalına sessiz kaldıkları zaman da görmüştük.

Bir gencin kendini öldürmesi, onlar için gerçek bir problem değil yani.

İntihar vakalarının çeşitli derecelerde türlü sebepleri ve tetikleyici unsurları var. Mevsim değişiklikleri, medenî durum, ekonomik bunalım, savaş atmosferi, yabancılaşma, şiddet eğilimi, kişilik bozukluğu, depresyon vs… Hepsi de belirli alt kategorilere ayrılıyor. Aileden görülen ‘’dindarlık baskısı’’ intihar sebeplerinin nispeten küçük bir bölümünü oluşturuyor. Elbette göz ardı edilecek bir bahis değil. Fakat intihar gibi kompleks bir mevzu üzerinden topyekûn İslâmiyeti suçlayan cehalet artık mide bulandırıyor. İslâmı hakikatiyle tanıyamayan kayıp kalabalıkların İslâm aleyhine devamlı racon kesmesi son derece sığ bir tavır.

Bakın bunlara Durkheim’dan (Fransız sosyolog) filan bahsetsek hemen ‘’entelektüel’’ damarları kabarır. Herifi öve öve bitiremezler. Ama aynı Durkheim, İntihar kitabında, dindar olmayanlarda görülen intihar oranlarının dindar kişilerden çok daha fazla olduğunu söylüyor. Nitekim modern akademide bu tezi destekleyen sayısız araştırma mevcut…

Hoş, bunun da önemi yok.

Ne olsa her şeyin en doğrusunu, haşa, klavyenin başına geçip ‘’din psikolojisi’’ uzmanlığı taslayan çomarlar biliyor!..