Olayları magazin tarzında takip edince günün sonunda elimizde bilgi namına çok az şey kalıyor.  Sosyal medya karşısında rüzgârın önündeki yaprak gibiyiz. O bizi nereye sevk ederse oraya gidiyoruz. Gece gündüz, dere tepe düz gidiyoruz ama bir arpa boyu mesafe alamıyoruz. Yoruluyoruz, kafamız karışıyor. Bir sürü, hiç işimize yaramayan çöp topladığımızın farkında olmadan günlerimizi, aylarımızı geçiriyoruz. Durup düşünmekten, karar verip yeniden yola çıkmaktan korkuyoruz. Arada bir derin nefes alıp tefekkür etmek, ibret nazarıyla düşünmek bize yeni umut kapıları açacaktır.

Fizikî başaramıyorsak bulunduğumuz yerden yola çıkmanın en kolay ve heyecanlı yolu, okumaktan ve yazmaktan geçiyor.  Geçmişin hikâyeleri, ders almak için “ilaç” gibi gelir. Sevdiğiniz alandan tarihin izlerini sürmek, icat çıkarmak ve keşif yapmak gibi keyifli bir iştir. Geçmişle ve gelecekle köprüler kurar, onun üzerinden mutluluğa uzanırsınız.

Derin ve uzun soluklu okumayı çok azımız başarıyor. Ancak kalemle yazmayı, unutmaya başladığımızın farkında mısınız? Üniversitede ders verdiğim öğrencilerin yazılı kâğıtlarını okumakta oldukça zorlandım. Çünkü gençler kalem kâğıt taşımıyor, kalemle yazmıyorlar. Burada yanlış anlaşılma olmasın, büyüklerin de kalemle kâğıtla fazla işi olduğu söylenemez. Ben de uzun zamandır kalemle uzun metin yazdığımı hatırlamıyorum. Parmaklarımızı bilgisayar tuşlarında ya da telefon ekranında harflere basarak çalıştırıyoruz. Bilgisayar ve telefonla yazı yazmanın, kalemle yazmanın hazzını ve mutluluğunu vermesi mümkün değil.

Yazının icat edildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Yazının bulunması, insanlığın en önemli dönüm noktalarının başında gelmektedir. Tarih yazıyla başlar ve daha öncesi hakkında bilinenler oldukça azdır. Mezopotamya’da yaşayan Sümerler, tahminen milattan önce 3000’li yıllarda çivi yazısını bularak insanlık tarihinde çığır açtılar. Binlerce kil tablet sayesinde döneme ait bilgileri öğreniyoruz. Sümerlerden sonra Mısırlılar da hiyeroglif yazıyı icat ederek insanlık tarihine geçtiler. Sultanahmet Meydanı’ndaki Dikilitaş, Mısır yazısını görmek için sizi bekliyor.

Hititler, Frigler, Asurlar, Akadlar, Urartular daha nice devletler geldi geçti bu topraklardan. Yakın Doğu, Orta Asya ya da Ön Asya diye adlandırılan Anadolu, Mezopotamya, Mısır’ı da içine alan bu topraklar medeniyetlerin beşiği olmuş. Anadolu toprakları adeta açık hava müzesi gibidir.

Yola çıkmanın vaktidir, en yakınınızda bulunan tarihî kalıntılardan birine giderek geçmişlerin hayatlarından ibretler alın. Şükür, çok kitaplar basıldı geçmiş medeniyetlere dair… Sadece Osmanlı’da kalmayın… Biraz daha gerilere gidin, unutmayın oralarda da bu topraklarda yaşamış insanların ayak izleri var.

İnsan okuyarak geçmişle bağını kurar, geleceğe köprüler atar. Anadolu coğrafyasında yaşamak bir ayrıcalık, aynı zamanda bir sorumluluktur da. Katman katman onlarca medeniyetin mirasçısı olmak kolay değil. Bu kültürel miras; ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan büyük fırsatlar barındırıyor. Bu topraklardan çaldıklarıyla müzeler kuranlar, tarihe yön veriyor. Tarihin evinde oturanların bunun bir an önce farkına varmaları gerekir. Yoksa yavuz hırsızlar ev sahibini bastırmak için pusuda bekliyorlar.