Kimsenin bir başkasını anlamaya vakti yokmuş gibi gelmiyor mu size de? Aslında yanlış söylüyorum anlamak değil dinlemek demeliyim. Kimsenin kimseyi dinlemeye bile vakti yok. Şöyle biriyle oturup dertleşmenin lüks sayıldığı zamanlarda yaşıyoruz bence. Dünya çok oyalıyor bizi ve biz dünyayla bunca oyalanmaya fazla meyyaliz. Her suçu başkasında aramaya, bunca kötüyü sırf dünyaya yüklemeye falan da gerek yok. Biraz gerçekçi olalım; biz de bunu istiyoruz. İçimizde bir şeyler bunca dünyalığın eline düşmeye niyetli gibi ve bizler de pek ses etmiyoruz buna. Ama sonra, çok sonra ve görünce hakikati yine biz şikâyet ediyoruz.

Garip…

 

Bunca hızlı bir hayat, kimseyi bilmem ama bana çok yabancı geliyor. Kendimi birden ve hiç farkında olmadan yaptığıma, olduğuma ve bunca acele yaşamaya bakıp yabancı hissediyorum. İçimdeki benle dışarıdan görünen bir başka hatta bambaşkaymış gibi. Ve her seferinde kendimi olmak istemediğim bir yerdeymiş ve olmak istemediğim biriymiş gibi hissediyorum.

Oysa şöyle bir ağaca sırtımı verip de saatlerce etrafı seyretmeyi, genzime şöyle derince bir nefes toprak ve çimen kokusunu çekmeyi, hafiften esen bahar melteminde üşümeyi ve ara ara başımı o ağacın kabuklu bedenine dayayıp da içim geçerek rüyalar görmeyi ne çok isterdim.

Bir yerlere yetişmeye çalışmadan, birilerine izah etmeye mecbur olmadan, zorlamadan ve zorlanmadan, alarm sesleriyle uyanmadan, telefonumun şarjının bittiğinin bile farkına varmadan, korna sesleri duymadan, belli saatlerde belli şeyleri yapmak zorunda olmadan, üşüdüğümde bir metal kalorifer peteğine değil de yanan bir odunun alazına ellerimi tutarak, başımı göğe çevirdiğimde yıldızlara bakarak, suyu çeşmeden içerek mesela…. İşte böyle tam böyle yaşayarak geçirmek istiyorum ömür denen bu mahdut yolculuğu.

Biliyorum ki bunu tek isteyen ben değilim ve biliyorum ki bu zamanda yaşamanın ve bunca şeye sahip olmanın da diyeti bu. Yaşamak değil de yaşıyormuş gibi yapmak bizim yaptığımız.

Belki de bu yüzden kitaplara kaçmak, onlara saklanmak bunca hayalin içine sokuyor bizi ya da belki bu dünyadan sıyrılabilmek için bunca kaçıyoruz kitaplara. Peki ya kaçamayanlar yani kitap okumayan, kitaplarda bu dünyayı bulamayanlar nasıl oluyor da akıllarını yitirmiyor ve nasıl oluyor da çıldırmıyorlar?

Çok şaşırıyorum. Acaba onlar neler buluyor, neler yapıyor da bu dünyanın bu sahte, bu yapmacık ve bu yapay halinden; hep aceleci hep mecbur olmaktan kaçabiliyorlar?

Bu çağın adı “yetişmek” olsaydı keşke. Zira hep bir şeylere bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz.

Ama hep geç kalıyoruz.