Ukrayna ile Rusya arasındaki gerilim, tüm zamanların en yüksek seviyesinde. Rusya’nın iddialarına göre krizin başlıca nedeni, “NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesi.” Moskova, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini ve Rusya’nın komşularına silah sistemleri konuşlandırmasını büyük bir tehdit olarak yorumluyor. Bu nedenle Kremlin, Moskova’yı birkaç dakika içinde vurma mesafesindeki Ukrayna’nın NATO’nun güdümüne girmesine ve ülke topraklarına füzeler yerleştirilmesine asla müsaade etmeyeceğini söylüyor.

Rusya açısından krizin sona erebilmesi için bazı taleplerinin ivedi bir şekilde karşılanması gerekiyor. Birincisi, NATO’nun Ukrayna ile askeri iş birliğinden vazgeçmesi. İkincisi, ABD’nin eski Sovyetler Birliği ülkelerinde ve NATO üyesi olmayan ülkelerde askeri üs kurma, herhangi bir askeri faaliyette bulunma ve bu ülkelerle askeri iş birliği yapma stratejisini terk etmesi. Son olarak ABD ve NATO’nun Rusya’ya karşı sürdürdüğü düşmanca eylemlerini sonlandırması.

Ukrayna ve Batı cephesine bakıldığında krizin ana nedeni olarak Rusya’nın “yayılmacı siyaseti” işaret ediliyor. Yıllar önce, Ukrayna’nın Rusya için ne anlam ifade ettiğini Zbigniew Brzezinski ortaya koymuştu. Brzezinski şöyle diyordu: “Ukrayna olmadan Rusya bir imparatorluk olmaktan çıkar, ancak Ukrayna boyunduruk altına alınıp sonra tabi kılındığında, Rusya otomatik olarak bir imparatorluk haline gelir.” Bugün Batı’daki hâkim görüş bu. Dolayısıyla Batı kamuoyunda Vladimir Putin, eski Rus Çarlığı ile Sovyetler Birliği’ni yeniden kurmaya kararlı klasik bir Rus emperyalist olarak tasvir ediliyor. Bu görüşü savunanlar, Putin’in bu hedefler doğrultusunda ABD, NATO ve Avrupa Birliği’ni Ukrayna, Gürcistan, Moldova ve Belarus’tan uzak tutmaya çalıştığını ifade ediyorlar.

Peki, Ukrayna krizi küresel siyasette ne gibi sonuçlar ortaya çıkardı? Öncelikle Rusya’nın yalnızca komşularına değil, genel olarak Batı’nın demokratik dünyasına karşı tehdit oluşturduğu tezi yaygınlık kazandı. Bunun doğal yansıması olarak da Batı dünyası, Ukrayna ve NATO’nun arkasında güçlü bir şekilde konumlanmaya başladı. Son yıllarda NATO üzerinde yapılan tartışmalar dikkate alındığında, bu birleşmenin NATO açısından önemli bir kazanım olduğu anlaşılır. ABD için de Ukrayna ciddi bir test sahası. Küresel liderliği açısından tarihi bir bilek güreşiyle karşı karşıya. Belki daha önemlisi, Batı’da NATO’yu yeniden uyandırmak için Ukrayna krizini ABD’nin kaçırılmaz bir fırsat olarak görmesi. Kaldı ki tüm bunlar, ABD Başkanı Joe Biden’ın, “Amerika’nın ruhunu restore etme” vaadine de uygun düşüyor.

Avrupa Birliği de ciddi bir sınamadan geçiyor. ABD’nin teşvikiyle savunma ve silahlanma harcamalarını artırma yoluna gideceği çok açık. Ukrayna düşerse, sıra Baltık ve Polonya’ya gelir anlayışı, Avrupa kamuoyunda giderek yayılıyor. Haliyle bu durum, uluslararası silahlanma yarışını tetikleyecektir. Merkel döneminden bu yana, Almanya’nın Rusya’ya yönelik stratejisi yatıştırma üzerine kuruluydu.

Bu yüzden Putin sıklıkla, “Almanya, Avrupa’daki en yakın müttefikimizdir” ifadesini kullanıyordu. Ancak görülüyor ki Rusya’nın siyasetinden Almanya da endişe duymaya başladı. Almanya’nın cephe hattına dönebileceği ihtimalinden söz eden analizlerin varlığı, Alman dış politikasında dikkate değer dönüşümlere kapı aralayabilir.

İşin bir de Çin’e yansıyan tarafı var. Pekin’in Rusya’nın Avrupa’ya, Avrupa ve ABD’nin de Rusya’ya odaklanmasından ziyadesiyle memnun olduğu anlaşılıyor. Zira bu tablo, Pekin’in Asya’daki gücünü pekiştirmesi için yeni fırsatlar sunabilir. Bilhassa Washington’un Asya cephesinden uzaklaşması Pekin açısından önemli. Ayrıca, Rusya’nın Avrupa’ya yoğunlaşması ve o bölgenin sorunlarıyla meşgul olması, Çin’in stratejik hedefleri bakımından oldukça kıymetli. Sonuçta Ukrayna krizi, jeopolitik realizme giden tüm kapıların kilidini açacak gibi duruyor.