İhlâs Sûresi, Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur. Âyet sayısı dörttür. Bu sûre, dinin temel ilkesi olan tevhidi en halis ve en güzel şekilde dile getirdiği için ihlâs adını almıştır. Yani; Cenab-ı Hakk’ın birliğini, yüce vasıflarını en mükemmel, en halisane bir sûrette bildirdiği için kendisine “İhlâs Sûresi” adı verilmiştir. Kendisine ayrıca; “Necat, marifet, tevhid” unvanları da verilmiştir.

SÛRENİN MEÂ

1- (Ey Muhammed!) De ki: O, Allah birdir.

2- Allah Samed’dir.

3- O doğurmamış ve doğmamıştır.

4- Ve O’na hiçbir şey denk olmamıştır.

MUHTEVÂSI

İhlâs sûresi, İslâmiyet’in en önemli unsurlarından olan tevhid-i ilâhî’yi, yani Cenab-ı Hakk’ın birliğini ve Yüce Yaratıcımızın başkalarıyla denk olmaktan ve bütün ihtiyaçlardan münezzeh oluşunu en beliğ ve en veciz şekilde bildiren bir sûre-i celîledir. Rabbimiz bu mübârek sûre ile ilâhlığının yüceliğini, bütün noksanlıklardan, mahlûkata benzemekten uzak oluşunu, en güzel tarzda ifade buyuruyor. Hattâ Allah Teâlâ, İslâm’dan başka hiçbir dinde, Kur’an’dan başka hiçbir kitapta “Âyetü’l-Kürsî” ile “İhlâs Sûresi”nde olduğu kadar böylesine güzel tarif olunmamıştır, denebilir. (Yazır, M. Hamdi, a.g.e., X, 56.)

NÜZÛL SEBEBİ

İhlâs Sûresi’nin nâzil oluşuyla ilgili olarak şu hadis-i şerifi zikredebiliriz. Hadis, Ebu’l-Âliye tarikiyle Übey b. Kâ’b’tan rivâyet edilmektedir. Buna göre:

“Arap müşrikleri Rasûlullah’a (sav) gelerek  “Ensib lenâ Rabbeke”, “Bize Rabbinin nesebini anlat!” dediler. (Yani, bizi kendisine ibadete çağırdığın ilâhın, nasıl biridir? Bize O’nu tanıt, onun hakkında bilgi ver demişlerdir.) Bunun üzerine Allah (c.c.) bu sûreyi indirmiştir.” (Tirmizî, tefsiru sûreti 112, 1, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 134.)

Rabbimiz böylelikle kendisini en veciz bir şekilde tanıtıp, vasıfları hakkında bilgi vermiştir.

SÛRENİN TEFSÎRİ

1- “De ki: O, Allah birdir.” 

Bu sûre-i celile, âlemlerin yaratıcısının vahdaniyetini ve her türlü ihtiyaçtan uzak olup bütün mahlûkatın kendisine muhtaç olduğunu bildiriyor. Yine doğurmaktan, doğurulmuş olmaktan, eş ve ortaktan münezzeh bulunduğunu şöylece beyan buyurmaktadır: Ey Hateme’n-Nebiyyîn! Allah Teâlâ’nın zat ve mukaddes sıfatları hakkında senden malûmat isteyenlere (De ki: O) mabud-i azîmüşşan olan (Allah birdir), Ehadiyyet/teklik sıfatına sahiptir. Zatında, sıfatında ve fiillerinde tektir.

Allah Teâlâ’nın isimlerinden olan “ehad;” ezelde ve ebedde hep bir olan ve beraberinde bir başkası bulunmayan fert, tek demektir. Bu öyle bir isimdir ki, beraberinde zikrolunabilecek herhangi bir sayıyı inkâr edici özelliktedir.

Bu sûre-i celile de; “de!” emriyle başlıyor. Açıkladığımız gibi hitap yine Rasulüllah’adır (sav). Yani: “Sana, “Rabbin nasıl bir şeydir?” sorusunu soranlara şöyle söyle, şu şekilde cevap ver,” demektir. Dolayısıyla onun şahsında biz mü’minlere de hitaptır.

Demek ki; Cenab-ı Hak bizleri her türlü şirk kusurundan kurtarmak ve bütün şüphelerden uzaklaştırmak için, kendisinin tek bir oluşunu tanıtmak üzere, sürenin bu ilk âyet-i kerimesinde “De ki: O, Allah tektir” buyurmaktadır.

Yüce Rabbimiz’in bildirdiği bu gerçeği, bizler daima tekrarlamaktayız. Çünkü “Lâ ilâhe illâllah = Allah’tan başka ilâh yoktur” derken; zatı bir tek olan Allah’tan başka ilâhlıkla vasıflanmış, ilah olmaya hak kazanmış hiçbir zat yoktur, manâsını ifade etmiş oluyoruz.

 *

2- “Allah Samed’dir.” 

Samed, Cenab-ı Hakk’ın yüce sıfatlarından bir tanesidir. İhtiyaçlarımızın karşılanması hususunda yalnızca Kendisine muhtaç olduğumuz ve Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Yüce Yaratıcı demektir. Yani bütün mahlûkatın Kendisine yöneleceği yegâne zat demektir. Kendisi, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, varlığı kendinden olan ebedi ilah demektir.

Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc), Kendisini -bir- olarak birinci âyette tanıttıktan sonra, bu ikinci âyet-i kerimede hiç bir şeye ihtiyacı olmayan, fakat her varlığın Kendisine mutlak ihtiyaç duyduğu “Samed” olarak tanıtmaktadır.

Yine Samed’in kapsamında şu manâlar da ifade edilmiştir: Herşeyin kendisine müracaat ettiği, sığındığı, daha üstünü bulunmayan en büyük yetkili, efendi, herşeyin kendisine dayandığı merci.

Demek ki bu kelime, oldukça geniş manâlıdır. Ama tüm manâlarının ortak noktası “her şeyden üstün olup, muhtaç olmayan yüce zat” manâsıdır ki mahlûkat O’nsuz yapamaz. Sürekli O’na dayanmak zorundadır.

 *

3- “O doğurmadı ve doğmadı.” 

Yüce Rabbimiz bu mübârek İhlâs sûresinde; evvelâ bütün celâl ve cemâl sıfatlarını toplamış bulunan ilâhlığını, sonra kendisi için yapılan benzerliklerden tamamıyla uzak olduğunu belirten birliğini, sonra da kendisinden başka herşeyden müstağni olan ve bütün yaratılmışların var olmasında, ayakta durmasında ve diğer ihtiyaçlarında, maksatlarının hasıl olması için hep O’na muhtaç bulundukları Samediyyetini beyan ettikten sonra; O’na -haşa- nesil ve üreme isnad edenlerin bu düşüncelerini reddetmek için;

 “O doğurmamış ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır,” buyuruyor. Çünkü doğurmak, bir kimsede ona benzer yeni bir parçanın teşekkül etmesi ve sonra da ondan ayrılması yoluyla olur, böyle bir durumu gerektirir. Bu ise onun zatında bir taraftan terkibi, diğer taraftan sonradan yaratılmayı, muhtaçlığı, değişmeyi ve bölünmeyi gerektirir. O da sonuçta faniliği, yani bir süre sonra yok olmayı gerektirir. Fakat Allah Teâlâ, Ehad ve Samed olduğu için bölünmez, parçalara ayrılmaz. Çünkü bunlar bir eksiklik sayılır. Cenab-ı Hak da bu gibi durumlardan tamamıyla münezzehtir.

Rabbimiz âyette, “O doğurmadı” dedikten sonra ikinci olarak; “Doğmadı da” buyurmaktadır. Yani Allah ( cc) doğurmuş olmadığı gibi doğmuş, doğurulmuş da değildir. Varlığı kendinden vacib-i vücud, ezeli ve Kadim’dir. Şu halde kendisi doğurulmuş olan, hiçbir şekilde doğurmamış olsa da ilâh olamaz. Çünkü o, sonradan olmuştur ve bir doğurana muhtaç bulunmuştur. İşte Rabbimiz, bütün bu hakikatlerin ispatı olarak, kendisi için böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını ifade buyuruyor. Geniş bilgi için bkz. Yazır, a.g.e., X, 100 vd.

Celâl ve kerem sahibi olan Rabbimiz, bu ifadesiyle ayrıca, hristiyanlıkta mevcut teslis inancını da yok sayıyor. Yani baba, oğul Allah ve kutsal ruh şeklinde bir inanç sistemi asla kabul edilemez. Zira böyle bir durum; yani doğurmak ve doğmuş olmak, başlı başına bir noksanlıktır. Cenab-ı Hakk’ın yarattığı mahlûkata mahsustur. O’nun birlik ve Samed sıfatlarına da terstir. Tabii ki O, evlâd ve iyale ihtiyaçtan münezzehtir.

 *

4- “Ve O’na hiç bir şey denk olmamıştır.” 

Cenab-ı Allah, bu ifadesiyle kendisinin hiçbir eşi, benzeri, dengi olmadığını, kendisinin her şeyden farklı ve üstün, yüce Yaratıcı olduğunu beyan ediyor. Şan ve değer bakımından O’na eş değer olacak, hiçbir denk mevcut değildir. Zatında, sıfatında bir eşiti, benzeri; zıtlaşacak, birleşecek şekilde bir eş, arkadaş, ortak veya rakibi olmamıştır. Asla da olamaz. Ezelde olmadığı gibi gelecekte de olmayacaktır. Zira bütün bunlar, bu yaratılanlar yok iken O var idi ve hepsini O yarattı. Yarattıktan sonra yönetti, geliştirdi. Ve daima onlara onlardan daha yakın oldu, onlarla beraber oldu. İşte âyet-i kerimeler:

-“Nerede olursanız olun O, sizinledir.” (57 Hadid 4.)

-“Biz ona şah damarından daha yakınız.” (50 Kaf 16.)

Mevlâmız, hiç bir şeye denk olmadığını şu âyet-i kerimede de ifade eder:

-“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur, O, işitendir, görendir.” (42  Şûra 11.)

Asıl ilgilendiğimiz âyete dönersek, buradaki “Küfüven” kelimesi; bir şeyle miktar ve değerde beraber olmaktır. Yani eşit ve eş değer demektir ki, bu da dengi ve benzeri, demek olur.

Yine bu âyet-i kerimenin kastettiği bir diğer manâ şudur: O’nun zatı, her türlü tasavvurların üstünde bir azamet ve yüceliğe sahiptir. Hiç bir mahlûk o Yüce Rabb’e benzer olma özelliğine sahip değildir.

İhlâs Sûresi; İslâm esaslarının başı ve en mühimi olan tevhid akidesini ve Rabbimiz’in başkalarıyla denk olmaktan ve ihtiyaçtan münezzeh oluşunu en veciz, beliğ ve mükemmel bir sûrette bildirdiği için, kendisi hakkında önemini ifade eden pek çok hadis-i şerifin bulunduğu mübarek bir sûre-i celîledir. Buhârî’de bulunan bir hadis-i şerif şöyledir:

Ebû Said’den (ra) nakledildiğine göre Rasûlullah (sav) bir gün ashabına: Sizden biri bir gecede Kur’an-ı Kerim’in üçte birini okumaktan âciz midir?” diye sordu: “Buna hangimiz güç yetirebilir?,” dediler. Rasûlullah (sav) buyurdular ki:

“Allahu ehad, Allahu’s-Samed (İhlâs sûresi), Kur’an’ın üçte biridir.” (Buhârî, fezâilü’l-Kur’an 13.)

-Hz. Enes’ten (ra): Bir kimse, (İhlâs sûresini kastederek): “Ey Allah’ın Rasûlü, ben bu sûreyi seviyorum,” dedi. Rasûlullah (sav), “Onu sevmen, seni cennete sokacaktır,” buyurdu. (Tirmizî, fezâilü’l-Kur’an 11.)

Rabbimiz İhlâs Sûresi’ni hakkıyla anlayıp idrak eden kullarından eylesin. Bu sûre-i celilenin feyiz ve bereketlerine nâil buyursun!