Uluslararası sahnede ortaya çıkan gelişmeler, yerleşik uluslararası ilişkiler düzeninin ciddi bir sınamadan geçtiğini gösteriyor. Asya’dan Avrupa’ya doğru başlayan bu kırılmaların nerede duracağını kestirmek şimdilik çok güç görünüyor. Batı hegemonyasına karşı duran analistler, Ukrayna’daki savaşın gerçekte dünya düzeninin ana hatlarıyla ilgili olduğunu ileri sürüyor.

Buna göre Batılı güçler, Batı-dışı coğrafyalarda Çin, Rusya ve Hindistan gibi birden fazla güç merkezinin ortaya çıkmasını, beş asırlık küresel egemenliklerine büyük bir tehdit ve bir meydan okuma olarak yorumluyor.

Bu görüşü ileri sürenler, Batı’nın Ukrayna’daki gerçek gündeminin uluslararası ekonomik ve politik sistem olduğunu savunuyor. Buna göre Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğindeki Batılı güçler, uluslararası sistem üzerindeki egemenliğini sürdürmek için bu krizi fırsata çevirmek ve bu sayede ABD’nin başat rol oynadığı tek kutuplu dünya düzenine geri dönmek istiyor.

Bu yönde düşünenler ayrıca, Ukrayna’nın bu amaç doğrultusunda bir kaldıraç olarak kullanıldığını fakat bu durumun demokrasiler ve otokrasiler arasında bir savaş olarak adlandırılarak manipüle edildiği üzerinde duruyor.

Rusya'yı Ukrayna’da yıpratmak ve onu onlarca yıl geriye itmek için çaba harcandığını söyleyen analistler, ABD’nin Rusya’yı cezalandırmak için yaptırımları bir silah olarak aşırı şekilde kullanmasının en sonunda kendi düzenine zarar vereceğini iddia ediyorlar. Bu çerçevede Amerikan yaptırımlarının ülke grupları arasındaki ticarete dayalı küçük para bloklarının ortaya çıkmasını teşvik edeceğini ve böylece doların dünya para birimi statüsünün erozyona uğrayacağını öne sürüyorlar.

Bir diğer dikkat çeken husus ise Batı hegemonyasının dayatmalarının birçok ülkeyi stratejik özerkliğe yönelttiğine ilişkin bakış açısıdır. Burada kastedilen, Türkiye, Macaristan, Pakistan, Filipinler ve Hindistan gibi ülkelerin küresel siyasetin çalkantılı zemininde kendi ulusal çıkarlarını önceleyen daha özerk bir dış politikaya yönelme çabasıdır.

Analistlere göre bu vaziyetin biri iç, diğeri dış olmak üzere iki nedeni bulunuyor. Bunlardan ilki, ülke halklarının bağımsızlık tutkusunun yükselmesi. İkincisi ise Avrupa Birliği (AB) ve NATO içerisinde meydana gelen iç krizin transatlantik ittifakı zayıflatması. Bu noktayı referans alan uzmanlar, Başkan Joe Biden ile birlikte ABD’nin bu tür özerk davranışları geri püskürtmek için öncelikle transatlantik ittifakın onarılmasına odaklandığını ve bu çerçevede Ukrayna’yı deneme tahtası olarak kullandığını belirtiyor.

Ancak değişen dünya koşullarında bunun yeterli olmayacağını ifade eden uzmanlar, bu realiteden hareketle Amerika’nın doğudan batıya uzanan her coğrafyada küresel iş birliği arayışı içerisine girdiğini ve bu doğrultuda ikili ve çoklu bölgesel ittifaklar tesis etmeye çalıştığını savunuyor.

İttifak ve koalisyon girişimlerinin yanı sıra Washington’un tüm ihtimalleri göz önünde bulundurarak stratejik ülkelerde bir takım rejim değişiklikleri planladığı, yine ileri sürülen iddialar arasında yer alıyor. Son olarak analistlerin altını çizdiği bir başka husus ise Amerikan istihbaratının insan hakları, demokrasi, özgürlük, ekonomik kriz ve küresel entegrasyon içerikli taleplerin ön plana çıkartılacağı, domino etkisi yüksek, kitlesel protestolara başvurabileceğine ilişkin şüphelerdir.

Uluslararası ekonomik ve siyasi düzen üzerindeki mücadelenin kilidinin açıldığı çok açık. Ancak çoğu kimse, bu kapının ne zamana kadar açık kalacağını ve nerede kapanacağını tam olarak bilmiyor. Bakalım zaman ne gösterecek ve kimi haklı çıkaracak!