İlim nazlı nazenin bir dilberdir. Nikâhına nazlanıyorsa, mehrini artırman lazım gelir. Çünkü kıymetini takdir etmeyene, varmaz. Onun mehri de dikkattir!

Adamın biri, Ebu Hüreyre’ye (ra), “Ben ilim öğrenmekten çekiniyorum. Çünkü onu daha sonra kaybetmekten korkuyorum” deyince, kendisinden şu cevabı almış:
-“İlim öğrenmemek, zaten kaybetmektir.”

Keza; yine Ebu Hüreyre’ye (ra), “Yarın öleceğini bilsen, ne yapardın?” diye sormuşlar.
-“İlim öğrenirdim buyurmuş.”

İnsan her halinde olduğu gibi, ilim tahsil ederken de, bazen ye’se kapılıp ümitsizliğe düşebilir. İlimle tekemmül etmek için, bu dünyaya gönderildiği halde, yaradılışının ve fıtratının hilafına; kendisini “atalet” denilen zindana atar ve ömür denilen sermayesini, semeresiz heba eder. Şahsen, bu kişileri meyvesiz ağaca benzetirim. Bu kişiler “Tuba-i cennet çekirdeği”ni taşıyacak bir istidattayken, “Zakkum-u cehennem tohumu”nu netice verecek bir “tenzil-i rütbeye” maruz kalırlar.

Hindistan’da filleri eğitmek ve ehlileştirmek için, küçücükken kalın bir zincirle bir kazığa bağlarlarmış. Tabii ki yavru filin kalın zinciri koparması, ya da kazığı söküp atması mümkün değildir. Küçük fil önceleri, bundan kurtulmak için, tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener; ancak sonucu değiştiremez. Her defasında mahkûmiyetinden kurtulamaz.

Yıllar geçer, fil kocaman olur. Bağlı olduğu zincir ve kazığı kırıp dağıtabilecek onlarca kat güce erişmiş olsa da, özgürlük için herhangi bir girişimde bulunmaz. Çünkü özgür olamayacağına inanmıştır. Artık kırılamayan şey, zincir veya kazık değil, aynı zamanda inancıdır. Buna psikolojide "Öğrenilmiş çaresizlik" deniliyor.

Bazı insanların, ilme karşı sergiledikleri tavır da böyledir. İlmin tahsili için gerekli olan gayret ve azmi göstermekten aciz olan himmetsiz ve zayıf insanlar, kolaycılığa kaçarak,  piyasadaki şarlatanların sergiledikleri soytarılığı; ilim zannedip, onun peşine düşüyorlar. Onca kitap okuyup uykusuz kalmak, kafa patlatmak yerine, mealden iki tane ayet öğrenip, ona buna sataşarak itiraz etmekle kendilerini alim gösteriyorlar. “Hadislere gerek yok. Alimler zaten bilmiyor. Sair ilimler lüzumsuz.” Oh ne ala! İki dakikada ilmin zirvesine oturuyorlar. Boşuna dememişler “Zayıf insan tahripçi olur” diye. Tamir ve ıslah zor iştir, emek ister. Tahrip ve itiraz kolaydır. Cehalet en kolayıdır. Cehaleti ilim zannetmek, o ise başlı başına bir handikaptır...

Yukarıdaki sözleri ederken, değil hadsizlik yapmak, belki Hakk’ın hatırını âlî tutmaya gayret gösteriyorum.

Yaklaşık bir haftadır “Nazenin, nazlı hakikatlerin mehri dikkattir” cümlesini dilime dolamış durumdayım. Sözün aslı, Bediüzzaman’a ait olmakla birlikte, şu şekildedir: “Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir.” Demek ilim nazlı nazenin bir dilberdir. Nikâhına nazlanıyorsa, mehrini artırman lazım gelir. Çünkü kıymetini takdir etmeyene, varmaz. Onun mehri de dikkattir!

Bu münasebetle, şu hikâye aklıma geldi:

Babası oğluna, “Oğul ben ilim tahsil edemedim. Senin bir alimin ders halkasında, ilim tahsil etmeni arzu ediyorum.” demiş.

Oğul da kemal-i edeple, “Siz nasıl uygun görüyorsanız.” diyerek karşılık vermiş.

Çocuk, ilim tahsil etmeye başlamış. Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış. Bir gün hocasına, şu şekilde bir mazerette bulunmuş:

-“Hocam siz benim için uzak mesafelerden geliyorsunuz. Fakat ben bu işi beceremiyorum. Sizi yormayı da vicdanım el vermiyor. Eğer müsaadeniz varsa, ben köyüme dönmek isterim”.

Hocası da “Aleyke biddevam” yani “Sana lazım olan, devam etmendir” şeklinde cevap vermiş. Çocuk biraz daha kalmış, ancak kendisinde, yine de bir ilerleme görememiş. Böylece hocasının elini öperek, müsaade istemiş.

Nihayetinde köyünün yolunu tutmuş. Yolda, sağanak şeklinde yağan bir yağmura tutulmuş. Islanmamak için mağaraya sığınmış. Etrafına bakınınca, tavandan tabana damlayan su dikkatini çekmiş. Uzunca bir müddet suyun aynı yere damladığına kanaat getirerek, suyun taşı deldiğini fark etmiş. Sağanak dinince, köye gitmekten vazgeçip, hocasının yanına geri dönmüş. Hocasının elini öperek, tekrardan ilim talebinde bulunmuş ve başından geçenleri anlatmış. Hocası da “Oğul ben sana ‘Aleyke biddevam’ demedim mi?“ diye karşılık vermiş.

Taştan etkilenerek ilme tekrardan rücu eden ve Şafi mezhebinde ehemmiyetli bir alim olan bu kişi, “İbni-i Hacer” yani “Taşın oğlu” ismiyle meşhur olmuştur.

Selam ve dua ile…
Fiemanillah…