Sosyal medya günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Peki, yediden yetmişe insanların verilerini paylaştığı mecralar ne kadar güvenli? Daha da önemlisi, yaşanan bazı sıkıntılar neden tekrar edip duruyor?

Ülkemizde pek konuşulmasa da nisan ayı başında tüm dünya yeni bir sosyal medya veri skandalıyla sarsıldı. İddialara göre sosyal medyanın yaramaz çocuğu Mark Zuckerberg, Messenger'ı kullanıcılarına ait verileriyle beraber 100 milyon dolar karşılığında Netflix'e satmıştı. Hem de öyle bir-iki sene değil, yaklaşık 10 yıl boyunca!

Suçlamaların ortaya çıkmasına Facebook'a karşı açılmış bir davayla ilgili belgelerin kamuoyuyla paylaşılması sebep oldu. "Klein and Grabert" isimli hukuk bürosu, 2023 tarihli bir mahkeme belgesine dayanarak 2011 yılından itibaren Netflix ve Facebook'un "özel bir ilişkiye sahip olduklarını" ve kullanıcı verilerini paylaşmak için anlaşma yaptıklarını iddia etti.

Sonuç? Beklenildiği gibi Facebook sosyal medya mecrasının ana şirketi Meta, haberleri yalanladı ve iddiaları kabul etmedi.   

Aslında bu Zuckerberg'in Facebook'unun veri mahremiyeti ihlaline yönelik ilk 'marifeti' değil. Hatırlanacağı üzere 2018 başında, 50 milyon Facebook kullanıcısına ait kişisel veriler, 2016 ABD seçimlerinde 'hedefli siyasal reklamcılık' için kullanılmak üzere hukuk dışı bir şekilde Cambridge Analytica şirketiyle paylaşılmıştı.

Cambridge Analytica, CIA'e de ilham veren, ürkütücü psiko-sosyolojik yöntemlerle sosyal medya verilerini kullanmıştı. Facebook'ta 68 defa beğen butonunu kullanan bir kişinin hangi partiye oy vereceğini yüzde 86 doğrulukla bilebileceklerini dahi iddia etmişlerdi.  

Daha sonra neler yaşanmıştı? Mark Zuckerberg Kongre’de ifade verdi. Cambridge Analytica şirketi tasfiye edildi. Zuckerberg tüm zamanların en büyük sosyal medya cezası olan 5 milyar dolarlık bir ceza ödedi. 2018'de Facebook ve Twitter yeni bir "Veri Gizliliği Politikası" benimsediklerini duyurdu.

Fakat aradan geçen beş sene, tüm bu olanlara ve yaptırımlara rağmen Zuckerberg'in bir türlü uslanmadığını gösteriyor. Peki ama neden? Zuckerberg bu gücü nereden buluyor?

Elbette işin belki de en kolay ve görünüşte en açıklayıcı tarafı, topu kişisel verilerin korunmasına dair hukuki düzenlemelerin yetersizliğine atmak.

Fakat esasen altta yatan ekonomik işleyişe odaklanmamız gerekiyor.

Dijital ekonomi ve sosyal medya çalışmalarıyla tanınan MIT profesörü Sinan Aral'ın Furya Makinesi isimli kitabında da aktardığı gibi işin sırrı, sosyal medyanın sahip olduğu ekonomi ve iş modelinde yatıyor.

Sosyal medya, düşük maliyetle çok fazla sayıda insanda davranış değişikliği yaratabilen "küresel bir ikna makinesi". Görünüşte kullanıcılarına sosyalleşmeyi, bilgi paylaşmayı, haberleşmeyi ve iletişimde bulunmayı sağlıyor. Oysa bu, madalyonun sadece bir yüzü...

Madalyonun diğer yüzünde, öyle ya da böyle, bir şekilde verilerini diğer şirketlere hatta devlet kurumlarına kullandıran sosyal medya şirketleri yer alıyor. Facebook ya da X, eldeki verileri üçüncü taraflara açıyor. Böylelikle tüketicilerin ya da vatandaşların kitlesel olarak analiz edilmelerine ve kişiselleştirilmiş reklamlarla ikna edilmelerine olanak sağlıyorlar. Tabii ki bedavaya değil, ücreti mukabilinde.

Aslında daha doğrudan söylersek sosyal medya şirketleri, küresel ölçekli sosyalleşme esnasında ortaya çıkan verileri para karşılığında isteyenlere açarak reklam dünyasına yakıt sağlayan birer 'veri satıcıları'...

Facebook'tan Instagram'a, X’ten Youtube'a tüm sosyal medyanın ticari varlık sebebi veri satarak dijital pazarlamayı desteklemek.

Mark Zuckerberg'in 'uslanması', böyle bir ekonomik işleyiş ve iş modeli içerisinde mümkün değil. Çünkü veri satmamak demek, tam da bu şirketlerin ticari varlık sebebini inkâr etmek demek.

Verileri alanlar da sosyal medyayı, ister siyasi düşüncelerini isterse ürünlerini satmak için bireylerin eylemlerini değiştirmeye çalıştıkları bir ikna makinesi olarak kullanıyorlar.

Bitirirken trajikomik bir olayı aktaralım. Bugün sosyal medya kullanıcılarının verilerini yasal olmayan yollarla satın aldığı iddia edilen Netflix, 2020 yılında, sosyal medyanın bireyler üzerinde nasıl tahakküm kurduğunu gözler önüne seren Sosyal İkilem (The Social Dilemma) isimli bir belgesel yayınlamıştı.

Tam da "aslında hepsi aynı yolun yolcusu" demelik bir durum!