En büyük nüfuz araçlarımızdan biri nüfusumuz idi.

Hatta genç nüfusumuz, Batı karşısındaki en büyük övünç kaynağımızdı.

Batı yaşlanırken biz, genç nüfusumuzla Batı’ya galebe çalacaktık oysa.

Şimdi geldiğimiz noktaya bakar mısınız?

Nüfus artış hızımız, bazı Avrupa ülkelerinin bile altına inmiş durumda.

Bunun anlamı şu; 2030’lu yıllarda çalışacak, ülkeyi savunacak genç bulmakta zorlanacağız.

Peki, ne oldu da bu hâle geldik?

Elbette irili ufaklı, küresel ya da yerel pek çok sebebi var bunun.

Dünya ile ortak sebeplerimiz de var elbette.

Tarım toplumundan sanayileşmeye doğru ilerleyen seyir, teknolojinin de yardımıyla daha az nüfusa ihtiyaç duyduğu için ailelerin daha fazla çocuk yapma eğilimini etkiliyor.

Bir başka küresel neden de salgın hastalıkların ve savaşların yok ettiği kitlesel ölümler, modern çağda hijyen, sağlık tesisleri ve ilaçlar sayesinde oldukça azalmış durumda.

Eski çağlarda ve sanayi inkılabının başlarında yaklaşık 28-30 yaşlarına kadar düşen ortalama beklenen yaşam süreleri, artık 75-80 civarlarına erişti.

Tabii azalan çocuk ölümleri de bu ortalamayı epey artırdı.

Eski çağlarda bazı bölgelerde insanlar çocuklarına doğmadan ya da birkaç ay geçmeden isim bile koyamazlarken şimdi doğumdan dört-beş ay önce cinsiyetine göre odası bile hazır hâle getiriliyor.

Bunun sebebi elbette sağlık sisteminin başarısıdır.

Fakat söz konusu başarı, ailelerin “olur da çocuğum yaşamaz ise” endişesini bertaraf ettiği için daha fazla çocuk yapma eğilimi de azalmış oldu.

Tarımda makineleşme de insan gücüne olan ihtiyacı azaltınca başka bir faktör daha ortaya çıktı.

Tabii özelikle son dönemlerde gerçekleşen dramatik düşüşte pandeminin, hemen yanı başımızda yaşanan savaşın ve ekonomik türbülansın da çok etkili olduğunu iyi düşünmemiz gerekiyor.

Şartlar düzeldiğinde etkisi de azalacaktır bunların.

Orta ve uzun vadede nüfus artış hızımızı tehdit eden diğer sebepler ise LGBT gibi sapkın hareketler ve postmodernitenin dayattığı değersizlik ve boşanma oranlarına yaptığı yansımalardır.

Bu sebepleri ortadan kaldırmak ya da etkisini azaltmak ise hiç kolay değildir. Bunun çok sofistike bir çaba gerektirdiği ise açıktır.

Sosyologların, psikologların, antropologların ve elbette filozofların çok derin çalışmalar yapması ve bu alanda önümüzde duran mega sorulara çok tatmin edici cevaplar bulması lazım.

Ailemizi sosyal medyanın dijital teröründen koruyamaz isek ona eşlik eden birçok sebeple birlikte geleceğimizi de yok edeceğiz.

Bugün karşı karşıya olduğumuz en gerçek kriz, sadece cinsiyetimizi koruma krizi değil; aynı zamanda insan olarak kalma krizidir.

İş bu kadar ciddidir artık.

Yapay zekâ karşısında ciddi bir mücadele vermek zorunda kalacak olan insan, başka bir tarafta da “evlat” yerine konan evcil hayvanlarla aynı yatay eksene çekilmektedir.

Her canlı, gittikçe eksenini daha fazla kaybediyor.

Bütün bunlar, insanın geleceğinin nasıl şekilleneceğini etkileyecek ciddi meselelerdir.

Erken uyarıları dikkate almak, krizi değil riski yönetmek, ödenecek faturayı -en azından- daha insaflı bir seviyeye çekebilir diye düşünüyorum.

Madem tehdidi fark ettik, o vakit geç olmadan geleceğimize sahip çıkalım...