Bölgedeki gelişmeler uluslararası konjonktürü düşündüğümüzde hiç tesadüf değil.

Dünya ekonomisini elinde tutan Yahudilerin, yayılmacılık bağlamında siyonist yaklaşımlarının depreştiği bir zaman dilimindeyiz.

Siyonist sermaye, ABD ve Avrupa siyasetine hâkim durumda. Ne yazık ki uluslararası konvansiyonel medya, dijital mecra ve akademi de tahakkümleri altında.

Dünya sistemini dinamitleyen şuursuz Gazze soykırımı, kurumsal söylemlerle sıradanlaştırılmaya çalışılıyor.

Dünya halklarına rağmen!

Böyle bir baskı ve şiddet sarmalı içinde İsrail’in Orta Doğu bölgesine dönük fiilî hegemonik planlarının yürürlükte olduğunu bilmeyen yok.

100 yıldır işleyen planda; halkların birbiri ile savaştırılması, halkların düşük ekonomik seviyede tutulması, toplumların kukla yöneticilerle baskı altında tutulmaları, terör kurbanı edilmeleri, ahlaki yozlaştırma faaliyetlerinin pratize edilmesi, eğitimde tek tip anlayışın hakimiyetinin sağlanması ve halkların sürekli dezenformasyona maruz kalmaları süregiden çalışmaların parçalarını oluşturur.

Bu çalışmalar kukla yönetimlerle hâkim hegemonya arasında sürekli olarak dengede tutulmaya çalışılır.

Denge bozulduğunda yeni dizayn için harekete geçilir.

Bölgeye baktığımızda devletlerin başına musallat edilen sistemler, rejimler ve liderler “süre”si ve işlevince hayatta kalır. Kendilerine biçilen rol tamamlandığında yeni oyuncu devreye alınır.

Yakın döneme baktığımızda Saddam ve Kaddafi örneklerini vermek isterim. Bir süre için rahat bırakılan bu liderler, Irak ve Libya halkı için bir düzenin sağlayıcıları oldular. Sonrasında Batı güçleri tarafından kendi halklarına boğduruldukları bir süreç yaşandı. Irak halkı önce baskı ve zulümden şikâyet etti. Haksız da değillerdi. Zulüm vardı ama çözüm Amerikalılarda değildi, orada yanıldılar.

Kışkırtıldılar, sokaklara çıktılar, isyan ettiler… Sonra ABD işgaline alan açtılar.

Daha sonrasında ise “Bir zalim gitti, bin zalim geldi” diyen Irak halkı, bir hakikati itiraf etmek durumunda kaldı.

Saddam “seçilmiş bir zalimdi”. İdam edilerek öldürüldü.

Kaddafi, Libya halkı için bir dönem muteberdi. Kaddafi de kendine verilen rolü oynadı ve zamanı dolduğunda bizzat halkı tarafından sokaklarda sürüklendi, kanlar içinde can verdi.

Ve İbrahim Reisi… İran’da “ölüm komiteleri”nde yer almış, binlerce muhalifin ölüm fermanını onaylamış bir yargı mensubuydu.

2021’de Cumhurbaşkanlığı makamına yükselmişti.

Sistem içinde İran’ın Suriye, Irak ve Yemen’de sürdürdüğü Sünni kasaplığının sorumlularından biriydi.

Yıllardır yüz binlerce Sünni-Müslüman’ı katleden İranlı general Kasım Süleymani gibi sonu kötü oldu. Sünni nüfusu havadan ve karadan saldırarak sistematik saldırılarla katleden Süleymani, ABD saldırısı sonucu aracında yanarak can verdi.

İbrahim Reisi ise helikopter kazası sonucu hayatını acı bir şekilde teslim etti.

Tüm bu örnekleri aslında şu cümle için kurdum:

Bu topraklarda kuklaların bir ömrü vardır. Kuklalar da zalimler de aynı sonla ölür.

Reisi son dönemde Azerbaycan, Türkiye ve Asya ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmak istediğini ilan etmişti. Ve belki de ölüm fermanını bu şekilde imzaladı. Birileri, “Süren doldu” mu dedi?

Ne yazık ki İran Cumhurbaşkanı bir ABD menşeli helikopterde can verdi. Bir Türk İHA’sı ile de yeri tespit edildi.

Ve tüm bu hercümerç içindeki ülkeme dönüyorum.

Bölgede plan kuruculara meydan okuyan, millî hedefleri ile hegemonik güçlere sırt dönen, kuklacıyı da kuklaları da iyi tanıyan, zalimlere mesafeli duran ülkem insanı ve lideri için güzel bir gelecek diliyorum.