80 yıldır tek eğip bükmeden dillendirdikleri “istemeyiz” nakaratıyla, izledikleri tek şaşmaz politikaları, millete hizmet yolundaki her projeye karşı çıkmak olan zihniyetin hedefinde bu kez “Kanal İstanbul” var. Bir dönem Birinci Boğaz Köprüsü’ne de karşı çıkan aynı zihniyet, bugün yine ideolojik saplantılarıyla halkın algısını dizayn etmeye çalışıyor.

Diriliş Postası Muhabiri Büşra Kılıç/Mülakat

Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Şehir Yönetimi Uzmanı Prof. Recep Bozdoğan Kanal İstanbul’un önemini Diriliş Postası’na anlattı. Bozdoğan, Kanal İstanbul ile hem İstanbul Boğazında trafik yoğunluğunun azaltılarak daha güvenli hale getirilmesinin hedeflendiğini, hem de İstanbul’a dünya çapında bir rekreasyon alanı ve cazibe merkezi kazandırılarak İstanbul ve dolayısıyla Türkiye ekonomisine büyük bir katkı sağlanmasının hedeflendiğini söyledi. Bozdoğan, böyle büyük bir projenin hayata geçirilmesinin önemini vurguladı. Kanal İstanbul’un 1985 yılında Yüksel Önem isimli bir Yüksek Jeoloji Mühendisi tarafından ‘İstanbul Kanalı’ adıyla ortaya atılmış bir proje olduğunu söyleyen Bozdoğan, “O dönemde hiç kimse buna eleştirel yaklaşmadı. Ne zaman ki 2011 yılında Cumhurbaşkanımız bu projeyi gündeme getirdi malum çevreler hiçbir şekilde dinlemeden, bilimsel araştırma yapmadan, bir rapor hazırlamadan her taraftan karşı çıkmaya, saldırmaya başladılar. Ben bunu ideolojik bir refleks olarak değerlendiriyorum. “Erdoğan ortaya attıysa kötüdür, o zaman biz buna karşı çıkalım” dedi.

Prof. Dr. Recep Bozdoğan

“İstemeyiz” dediler

Osmangazi Köprüsü

Marmaray

Avrasya Tüneli

Yavuz Sultan Selim Köprüsü

Çanakkale Köprüsü

Çamlıca Camii

Yeni AKM binası

Yusufeli Barajı

Sabiha Gökçen

İstanbul Havalimanı

15 Temmuz Şehitler Köprüsü

FSM Köprüsü

TEHLİKELERİN ÖNÜNE GEÇİLECEK

Kanal İstanbul Türkiye için neden önemli?

Kanal İstanbul’un Türkiye iç önemi birkaç sebepten kaynaklanıyor. Birincisi ülkemizin elini uluslararası planda kuvvetlendirmek. Sebebi de şu, Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türkiye için bir avantaj ama bazı açılardan da dezavantaj. Montrö’nün tamamen kontrolünün dışında bir uluslararası su yolunu inşa etmek ve bu su yolunu tamamen Türkiye’nin kontrolü altında tutmak Türkiye’ye ciddi anlamda avantajlar sağlayacaktır. İkincisi, İstanbul’un maruz kaldığı Boğaz kaynaklı tehlikelerin önüne geçmek. Çünkü İstanbul Boğazı çok yoğun bir su yolu. Kuzeyden güneye, güneyden kuzeye akıntılar ve Boğaz içerisinde girdaplar var. Ayrıca Boğaz’da 11-12 tane dönemeç var. Yeniköy açıklarında özellikle gemiler 80 dereceye varan manevra yapmak mecburiyetindeler. Dolayısıyla bazen kaptan hatalarından, bazen teknik hatalardan, bazen de akıntı dolayısıyla gemiler sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bazen çarpışmalar oluyor ki Boğaz’da bu tür çarpışmalar ne yazık ki yaşanıyor. Son 30-40 yıla baktığımızda ciddi kazalar olduğunu görüyoruz. Yani 15 milyon nüfusa ulaşmış olan, ülke ekonomisinin %30’undan fazlasının bulunduğu, ülkenin sanayi, ticaret, kültür, sanat, spor ve sağlık merkezi konumunda, dünyanın en önemli şehirlerinden biri olan, binlerce yıllık tarihi mirası bünyesinde barındıran İstanbul şehrini bu tür tehlikelerden korumaktır. Üçüncü olarak da şehrin batısında, yerleşim alanının dışında dünya çapında önem arz eden büyük bir cazibe merkezini teknoloji geliştirme bölgesiyle, sağlık turizmi merkeziyle, lojistik merkeziyle, kongre ve fuar merkeziyle, marinasıyla, iki tane limanıyla, eko turizm merkeziyle ve sayısız aktiviteyle İstanbul’a kazandırarak her yıl milyarlarca dolarlık ekonomik kazanç elde etmek ve ekonomiyi daha da güçlendirmek. Bu şekilde üç tane önemli sebebi var.

İDEOLOJİK BİR REFLEKS

Bu proje bu kadar önemliyken buna karşı çıkanlar neden karşılar?

Bu projeye karşı çıkanların çoğunun gerekçelerine baktığımızda maalesef bilimsel anlamda geçerliliği yok. Bu da aklımıza ideolojik sebeplerle karşı çıktıkları düşüncesini getiriyor. Bu projeyi ortaya sırf Erdoğan attığı için karşı çıkıyorlar gibi bende bir algı oluşmaya başladı. Çünkü bu projenin evveliyatı çok eski. 1985 yılında Yüksel Önem isimli bir Yüksek Jeoloji Mühendisi tarafından ‘İstanbul Kanalı’ adıyla ortaya atılmış bir proje. Türk Standartları Enstitüsü’nün Standart Dergisi’nde de bu öneri bir makale olarak yayınlanmış. O zamanki güzergâh çok farklıydı. Bugünkü güzergahın biraz daha batısından geçiyordu. O dönemde hiç kimse buna eleştirel yaklaşmadı. 1991 yılında aynı makale bu defa Bilim Teknik’te yayımlandı ve yine hiç kimse eleştirel yaklaşmadı. 1994 yılındaki seçimlerde ve sonraki seçimlerde rahmetli Ecevit ‘İstanbul Kanalı’nı partisinin programına aldı. Bunun tanıtımını yine medyada yaptılar ve hiç kimse karşı çıkmadı. Ne zaman ki 2011 yılında Cumhurbaşkanımız bu projeyi gündeme getirdi malum çevreler hiçbir şekilde dinlemeden, bilimsel araştırma yapmadan, bir rapor hazırlamadan her taraftan karşı çıkmaya, saldırmaya başladılar. Ben bunu ideolojik bir refleks olarak değerlendiriyorum. “Erdoğan ortaya attıysa kötüdür, o zaman biz buna karşı çıkalım” yaklaşımındalar.

BİLİMSEL ANLAMDA DEPREMİ TETİKLEMEZ

Depremi tetikler iddiası var bununla ilgili neler söylemek istersiniz?

Depremi tetiklemeyeceğine dair sadece Türk jeoloji ve jeofizik uzmanlarının değil Amerikalı uzmanların da görüşleri var. 2011 yılında bu görüşler paylaşıldı. Ne yazık ki ülkemizde ciddi anlamda üne ve itibara sahip bir profesör siyasî-ideolojik refleksle, belki de kompleksle hareket ederek depremi tetikler dedi, sonra tetiklemez dedi. Ardından tetikleyebilir dedi. Böyle bir kafa karışıklığı söz konusu. Gösterdikleri örnek Atatürk Barajı. Kanal İstanbul ile Atatürk Barajının birbiriyle alakası yok, hiçbir şekilde benzemiyorlar. Atatürk Barajı’nın yapısına baktığınızda bir vadinin tabanında kıvrıla kıvrıla akmakta olan bir nehrin önüne 165 milyon ton ağırlığında bir duvar, baraj seddi inşa edildi. Arkasına da yaklaşık 45 milyar ton su kütlesi toplanarak büyük bir göl oluştu. Yani vakti zamanında orada olmayan iki büyük kütle getirilip vadiye yerleştirildi. 45 milyar tonluk su kütlesinin ve 165 milyon tonluk baraj seddinin ağırlığı dolayısıyla elbette orada zeminde çökmeler meydana geldi. Bu ağırlığı zeminin taşıması jeolojik olarak elbette zor ve bu nedenle zeminde çökme ve yırtılmalar oluştu ve bu da küçük ölçekli sarsıntılara neden oldu. Oysa Atatürk Barajı, Güneydoğu Anadolu’daki büyük bir fay hattının çok yakınında. Buna rağmen barajın etkisiyle oluşan sarsıntılar bile söz konusu fayı harekete geçiremedi. Ama Kanal İstanbul Atatürk Barajı’ndan çok farklı. Kanal İstanbul projesinin yapılacağı zeminden 1.1 milyar metreküp toprak mevcut yük yaklaşık 2,3 milyar ton civarında hafifletilecek. Sonrasında kanalın zeminine deniz suyu verilecek ki bunun ağırlığı da yaklaşık 300 milyon ton.

Çed raporunda çözüm önerileri var

Çevreye vereceği zararla ilgili iddialara neler söylemek istersiniz?

Çevreye elbette ki kısmen zarar verecek. Zaten yapılan bütün projeler çevreye zarar verir. Mesela Atatürk Barajı dünya kadar tarım arazisini su altında bıraktı. Bunun yanı sıra o vadideki habitatları yok etti. Çevreye zarar vermeyen bir ekonomik kalkınma projesi maalesef bu güne kadar hiçbir ülkede geliştirilemedi. Ama Kanal İstanbul’un geçtiği bölgede yerine konulmaz yani endemik doğal değerlerin bulunduğu bir ortam da yok. Sadece ve sadece Terkos kumullarında endemik birkaç tane bitki var ki orası da zaten Kanal İstanbul projesinin kapsamının dışında. Bunun haricinde Sazlıdere Barajında balıklar var. Zaten orası baraj yani sonradan yapılma bir yer. Oradaki balıklar endemik değil, civardaki akarsularda yaşayıp barajı kendilerine yaşama alanı olarak belirlemiş balıklar. Balıkların belli bir kısmı Terkos Gölü’ne, Alibeyköy Barajı’na aktarılabilir veya Büyükçekmece Barajına aktarılabilir. Balıklar orada da yaşayabilir. Yer altında ve yer üstünde yaşayan canlılar açısından baktığımızda endemik bir ortam yok. Bunu iddia edenler doğru söylemiyorlar. Diğer taraftan Küçükçekmece Gölü de projeden ama bunlar zaten ÇED raporunda yazıyor. Herkes de bunu kabul ediyor. Orada bazı kuşların konaklama beslenme, üreme alanları var. O kuşların bir kısmı Trakya Enez yakınlarındaki bir lagünde de konaklıyorlar. Dolayısıyla muhtemelen orayı kullanacaklar. Bunun yanı sıra ÇED raporunda şöyle bir çözüm var; Küçükçekmece Gölü’nün batı sahillerindeki Firuzköy’de İstanbul Üniversitesi’nin çok büyük tarımsal araştırma arazileri var. Aynı zamanda batı sahillerinde çok ciddi sulak alanlar da var. Aslında bu kuşların önemli bir bölümünün de o sulak alanları ve oradaki tarım arazilerini kullanabileceğine dair ÇED raporunda öneriler geliştirilmiş vaziyette.

İSTANBUL’UN BU PROJEYE İHTİYACI VAR

İmamoğlu, Erdoğan’a verdiği 4 sayfalık mektupla ne bulmayı umuyor; Kanal İstanbul konusundaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İmamoğlu’nun verdiği mektubun içeriği hakkında bazı basın yayın organları Kanal İstanbul ile ilgili itirazlarının yer aldığını söylüyor. Ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin internet sitesinde mektubun içeriği hakkında böyle bir şey yazmıyor. Tabi İmamoğlu’nun Kanal İstanbul ile ilgili iddiası şu, “ben Kanal İstanbul hususunda Sayın Cumhurbaşkanımızı ikna ederim” diyor. Ama İmamoğlu geçen hafta televizyona çıktı ve neredeyse kendi taraftarlarını bile ikna edemedi. Çünkü sorulan hiçbir soruya bilimsel geçerliliği olan, mantıklı bir cevap vermedi. Sıradan siyasi tepkiler gösterdi. Hatta kendine yakışmayan bazı tepkiler de gösterdi. Oysa İstanbul’un bu projeye gerçekten ihtiyacı var.

İMAMOĞLU SİYASİ YAKLAŞMADAN İSTANBUL’U GÖZETMELİ

Kanal İstanbul projesi her yıl İstanbul’a milyarlarca dolarlık ekonomik kazanç sağlayacak. Bu kazanç milli ekonomiye girecek. Bundan İstanbul Büyükşehir Belediyesi de çok büyük bir pay elde edecek. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul sınırları içerisinde toplanan genel bütçe vergi gelirlerinin önemli bir bölümünden yararlanıyor. İstanbul’dan toplanacak vergiler de artacağı için İBB’nin gelirleri de artacak. Kanal İstanbul’a sırf ideolojik anlamda ya da siyasi anlamda bulunduğunuz pozisyon dolayısıyla önyargılı bir şekilde yaklaşıp bu projeyi reddetmeniz, akıllarda ciddi soru işaretlerine yol açıyor. Mesela kendini sürekli gündemde mi tutmak istiyor, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine mi odaklanıyor, kendini bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile muhatap mı kılmak istiyor gibi sorular ortaya atılıyor. İmamoğlu’nun konuşmaları, tepki, tavır ve davranışları da insanların bu konudaki şüphelerini ne yazık ki kuvvetlendiriyor.

Diriliş Postası Muhabiri Büşra Kılıç/Mülakat