28 Şubat’ın yıl dönümü geldi, çattı.

28 Şubat’ı başarılı bir darbe hâline getiren algı oyunlarını, medya senaryolarını ve asker-siyaset-medya-sermaye dörtlüsünü asla unutmamalı ve tüm acıları yeni nesillere aktarmayı bir görev bilmeliyiz.

Geldiğimiz aşamada 28 Şubat’ın enkazını kaldırmış ve kamburunu üzerinden atmış muhafazakâr-dindar kesim olarak, kazanımları koruma ve genişletme bakımından gayret sarf etmeye devam etmeliyiz.

28 ŞUBAT KÂBUSU

28 Şubat, yeni neslin gündeminde olan yeni bir konu değil. Bizim içinse hiç eskide kalmayacak bir travma.

Devlete sadakatle bağlı ve gerektiğinde bu vatan için gözünü kırpmadan canını verebilecek vatandaşlar, sırf İslami bir yaşam tarzını benimsediği için yok sayıldılar, dışlandılar, aşağılandılar, mahkûm edildiler; kamuda çalışma, üniversitede okuma hakları ellerinden alındı ve ticari alanda fişlendiler.

On binlerce kişi mağdur oldu ve bu mağduriyetin bir bedeli de yok! Her ne kadar vatandaşlık haklarımızı geri alsak da insan hikâyelerinde telafisi mümkün olmayan yaralar açıldı. Başını açmadığı için tıp fakültesi beşinci sınıftan atılan Ayşe, köyüne dönmek zorunda kaldığında çalınmış emekleri ve dışlanmışlığıyla birlikte baş başa kaldı. Belki de köyüne doktor olarak atanacaktı ve fakat inek sağmaya mahkûm edildi.

Zulmün boyutları o kadar büyük ki! İşin kötüsü zalimler de zulüm zemininde temellendirilmiş fikriyatları da hâlâ yaşamakta.

Bakınız, bu kafatasçı anlayış bitmiş değil.

Hâlihazırda başörtülüden psikolog, hâkim ve asker olmaz diyen sözüm ona mürekkep yalamış, adı “profesör” cahiller var bu ülkede! Bunların siyasette, yargıda, sivil toplumda ayakları var. Medyadaki sözcüleri de hiç geri adım atmadan görevlerini ifa ediyorlar.

ŞERİATA LAF ATAN KADIN

Bunların içinde öyle biri var ki; (adını anarak prim vermek istemiyorum) şöhret budalası ve tartışmasız, problemli bir tipolojidir kendisi.

Bu sorunlu kadın “olay olmak istediğinde” sosyal medya hesabından şeriata yönelik hakaretamiz paylaşımlar yapıyor, dindarları aşağılıyor.

Sözde avukat bu şahıs, toplumda kin ve nefret tohumları ekmesi nedeniyle gözaltına alındığında da ilgilerin yine kendisine yönelmesinden dolayı acayip mutluluk yaşıyor. Böyle bir durumdan haz alınır mı? Normalde hayır ama ortada norm dışı bir tipleme söz konusu. Bunu nereden anlıyoruz? Evi basıldığında “Memur beyler işini yaparken beş dakika izin istedim; sonra rakımı hazırlayıp keyifle yudumladım” diyen kendisi. Sonrasında verdiği ifadesinde de “O tweeti ben atmadım” diyerek yazdıklarını inkâr eden de kendisi. Madem sözde bir şeylerin savunuculuğunu yapıyorsun, bari yazıp çizdiğin karikatürlerin arkasında duracak kadar da mert ol!

Şimdi bu basit tipleri bir kenara bırakalım ve reel dünyaya dönelim.

ŞERİAT NEDİR?

“Bu ülke şeriat ile yönetilmedi, yönetilmeyecek” demek cahilliktir.

Bu ülke Osmanlı’nın, Selçuklu’nun devamı niteliğindedir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Osmanlı’dan sonra yeni bir devlet kurulmadı. Sadece rejim değişti.

Rejimin laik ve seküler olarak belirlenmesi ise cumhuriyetin ilanından çok sonradır. Laiklik ayrıca topluma sorulmuş bir toplumsal sözleşme de değildir. Tek parti yönetimi, ‘istemiştir ve yapmıştır’.

Şeriata tekrar dönersek bu topraklarda sadece son 100 yıldır şeriat uygulaması yoktur. Onun öncesinde asırlar boyunca devlet yönetimi ve halkın yaşam tarzı şeriat ekseninde pratize edilmiştir.

Peki birilerinin öcü gibi göstermeye gayret ettiği, ödlerinin koptuğu şeriat nedir?

Şeriat; İslam hukukunun tamamına verilen isimdir.

Birileri çıkıp da şeriata hakaret ettiğinde toplum değerlerini aşağılamış, ceddime sövmüş, dinime saygısızlık etmiş demektir.

Buna da ne yargı ne siyaset ne de toplum izin verir. Nokta.