Fazla değil, 30-40 sene öncesine kadar Türkiye, tarımda kendisine yetebilen bir ülkeydi. Geride kalan zaman zarfında birçok kalemde net ithalatçı durumuna geldik.

Maalesef!..

Popülist tarım politikaları, küresel olumsuzluklar, istikrarsız üretim anlayışı, ilaç adı altında kimyasal zehirlerle toprağın kirletilmesi, daha çok kazanma hırsının törpülenememesi, planlı ve plansız göç hareketleri, aile işletmelerinin yok edilmesi, nemelazımcılık, tekelci tarım işletmelerinin mantar gibi çoğalması…

Bütün bu sebepler, sürece katkı sağladı.

Ancak, son 20 yılda tarımsal desteklemeler adı altında ciddi bedeller ödendi.

Artık ayağa kalkma vakti geldi de geçiyor bile.

Ödenen büyük rakamların karşılığı alınmalı.

Türkiye hem iç piyasaya yetecek hem de ihracat yapabilecek şekilde birçok kalemde yeniden tarımsal planlamalar yapmak zorunda.

Nasıl mı?

Çok basit!

Bizim mercimeğimizi bize satmaya başlayan Kanada nasıl başardıysa o şekilde.

Geleneksel tarım ürünlerimiz bizim hazinemiz, üretimimiz ise hafızamızdır.

Madem ki toplum sağlığı bizim kırmızı çizgimiz, öncelikle hazinemize ve hafızamıza sahip çıkmalıyız.

Dünyada hızla yaşlanan ülke nüfuslarına maalesef Türkiye nüfusu da eklenmiş oldu. Türkiye’nin 2050 yılında 105 milyon nüfusa ulaşacağı tahmin ediliyor. Her geçen gün genç nüfusumuz azalıyor. İş gücü kaybı kapımıza dayanmış durumda.

Dünyadaki ani gelişmeler; nüfus dengesizliği, göç dalgaları, salgın hastalıklar, seller, depremler, çıkartılan savaşlar…

Bütün bunlar tarımsal üretimin stratejik önemini daha çok hissettirecek.

Gıda milliyetçiliği gittikçe yayılıyor.

Kontrol güçlülerin, güçlüler zalimlerin emrinde…

Böyle bir zamanda birilerinin meydana çıkması ve insanlığa umut olması gerekiyor.

Bu umut da Türkiye’den başkası olmamalı diye düşünüyorum.

 “Nasıl bir tarımsal üretim politikası olmalı?” sorusuna gelince…

Daha fazlası değil, daha faydalısını üretmek için mücadele etmeliyiz.

Suyu israf etmeden; tohumu koruyarak, toprağımıza sahip çıkarak üretmeliyiz.

Hangi ürünü nasıl üretmemiz ve ne kadar üretmemiz gerektiğini ortaya koyan kapsamlı bir program derhâl hayata geçirilmeli.

İlaç kalıntılı meyve sebzelerle, kimyasal katkılı sözde gıdalarla, yanlış etiketlerle, yanıltıcı reklamlarla tüketicilerin kandırılmasına müsaade edilmemeli, hızla pozisyon alınmalı.

Planlı tarım plansız politikalara, açgözlü piyasalara kurban edilmemeli.

Böylesi bir dönemde Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın açıklamaları, bu özlemimizin imdadına yetişecek cinsten.

Bakan İbrahim Yumaklı, Türkiye'nin tarımsal üretim programının nüfus artışına göre tasarlandığını ifade ediyor.

Ancak ciddi bir tehlike var.

Susuzluk tehlikesi!

Bakan Yumaklı’ya göre Türkiye “su stresi” altındaki ülkelerden biri durumuna geldi.

Türkiye, su kaynaklarına gözü gibi bakmalı; suyu dengeli ve doğru kullanmalı.

Şu cümle hem çok iddialı hem de umut verici:

“Geride kalan 2023 yılında tarımla ilgili tüm yasal düzenlemeler bitirildi. Açıklanacak politikalar yeni nesillerce de kullanılacak kalıcılık içerecek.”

Bakan Yumaklı, “Tarımsal üretim planlaması; kabaca suyu merkeze alarak hangi alanda, hangi ürünü ne kadar üretmemiz ve nasıl üretmemiz gerektiğini ortaya koyan bir program ve disiplin manzumesi.” ifadesiyle bir vizyon çerçevesi çiziyor.

Sayın Bakan’ın açıklamalarından altyapı çalışmalarının bitirildiğini, nisan ayı itibarıyla iç süreçlerin de tamamlanacağını ve sahada anlatılmaya başlanacağını öğreniyoruz.

Sektörün dinamikleri, kanaat önderleri, akademisyenler, üreticiler, üretici birlikleri, ticaret odaları, sivil toplum kuruluşları bu üretim planlamasının ilk safhasında emek harcamış ve yeni bir model oluşturulmuş.

Küçük aksaklıkların da giderilmesiyle Türkiye'nin üretim planlaması tamamlanmış olacak.

Hem Türkiye kazanacak hem insanlık kazanacak…