Ömer Seyfettin’in “halk ariftir, her şeyi öğrenmeden bilir” dediği Anadolu irfanıdır, hikmettir. Kitabi bilgi değildir. Okulda, ders sıralarında diz çökerek bir öğretmen tarafından, bir memur tarafından öğretilmemiştir. İçinde “ezber” yoktur. Tüm ruhunu “İslam’dan” alır. İrfani geleneğimizde öğrenmek edimi zaten dinlemeyle kazanılır ve öğrenmek “hikmet sahibi olmak” ile vücut kazanmış olur. Mahmut Erol Kılıç’ın “kitaptan öğrenmek, modern bir yanılgı” demesinin nedeni budur. Kılıç da sırtını irfani geleneğe yaslamış birisidir.

Dolayısıyla Spinoza’nın “Türklerin hurafe düşkünü olduğunu” söylemesi şaşırtıcı değildir. Hikmetten uzak bir insanın, istediği kadar filozof olsun, kitapları olsun hikmeti, irfanı anlaması beklenemez. Nitekim bugünün modernistlerinin, selefilerinin, hadis inkârcılarının “bidat” adı altında hurafelere savaş açıyoruz bahanesiyle aslında irfani geleneğe savaş açmalarının nedeni de bu “anlamamazlık”tır. Hurafelere savaş açtığımızda milletimizin İslam anlayışına savaş açmış oluyoruz aslında. Nitekim hurafeleri ayıklayacak bir denetleyici kurul olmadığı için, herkes kendi açısından hurafe bulmakta. Hadis inkârcılarına göre çoğu “hadis” uydurma, selefilere ve hadis inkârcılarına göre (ikisinin buluştuğu tek yer tasavvuf düşmanlığı!) tasavvuf uydurma, Hint ve Yunan mitolojisinden geçme ki bu iddia aşırı saçma bir iddiadır, ehli bilir. Biz hurafe demeyiz, irfani geleneğin bir parçası deriz.

Çanakkale cephesinde meleklerin askerlere yardıma geldiği anlatılır ve tabi uydurma denir. Oysa bu milletimizin Bedir’e olan inancının günümüze yansımasından ibarettir. Kandiller hurafe deyip karşı çıkanlar, insanların senede birkaç kez camide Kuran okuyup dua etmesini neden ellerinden almak isterler? Hurafe adı altında irfan düşmanları, Kırklar Dağı’nın Suzan Suzi’yi alıp cezalandırmasına inanmamızı yadırgar, biz inanırız! Tarihimiz menkıbelerle doludur, milletimiz menkıbelerle özünü sağlamlaştırmıştır. Örneğin, Battalname’de Battal, İlyas Peygamber’in duası ve yardımıyla ölüleri diriltir ve bunu gören gayrimüslimler Müslüman olur. Satuk Buğra Han Menkıbesi’nde Peygamberimiz, Miraç’a yükselir, mana âleminde bütün peygamberler toplanmıştır, Peygamberimiz birini tanıyamaz ve Cebrail’e hangi peygamber diye sorar, Cebrail de onun peygamber olmadığını, 330 yıl sonra Türkistan’ı İslam’a açacak olan Satuk Buğra Han olduğunu söyler, Peygamberimiz çok sevinir ve onun için dualar eder.

Manas Destanı’nda Er Manas beşikteyken dile gelip babasına Müslüman olmasını, kâfirleri yenmesini söyler. Babası Cakıp Han, çocuğu olmayınca olsun diye bir evliya türbesine gider. Bir başka menkıbede Peygamberimiz ve sahabesi açtır, Cebrail, Peygamberimize (sas) gökten bir tabak hurma getirir, yerlerken bir hurma yere düşer, Cebrail, Peygamberimiz’e (sas) o hurmaya dokunmamalarını, o hurmanın Ahmed Yesevi’ye ait olduğunu söyler.

Ya da merhum Tanpınar’ın dediği gibi milletimiz sevdiği adama tek bir rütbe verir: Evliyalık.

Hurafe kelimesine sığınarak irfan düşmanlığı yapanlar yüzünden “arif” yerini “aydın” aldı ve menkıbelerimizdeki Türklere değil de klasiklerdeki Avrupalı insanlara daha çok benzedik. Oysa biz sahip olduğumuz hikmetle dünyaya ümittik, ışıktık. Ne diyordu Hz. Mevlana: “Yetmiş iki millet sırrını bizden dinler/ Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran neyiz!”