Dünya, Gazze’de binlerce sivilin öldürülmesini, milyonlarca kişinin kuşatma nedeniyle temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesini, kuşatma ve abluka altındaki bölgeye yardımların girmesine izin verilmemesini dehşetle izliyor. Bugün tüm dünyanın gözleri önünde faşizan bir işgal politikasına tanıklık ediyoruz. İsrail’in savaş hukuku normlarına aykırı biçimde Gazze’nin kuzeyinde, nüfusun yoğun olduğu bölgelere düzenlenen saldırılarda beyaz fosfor bombası kullandığı belgelendi. İsrail savaşa hazır oldukları gibi Gazze’ye yönelik saldırıların artacağına işaret eden açıklamalarda bulundu.

Gazze'de son durum

İsrail’in 13 Ekim Cuma günü kuzey Gazze Şeridi’nde yaşayan bir milyondan fazla Filistinliyi evlerini boşaltmaları konusunda uyarmasıyla birlikte bölgede sivillere yönelik saldırılar yoğunlaştı. Gazze’de susuz, gıdasız, yakıtsız ve ilaçsız ateş altında acı çeken 2 milyondan fazla insanın bulunduğu kaydedildi. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın açıklamalarına göre, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında 1756’sı çocuk olmak üzere 4385 kişi yaşamını yitirirken 13 binden fazla kişi ise yaralandı.

İsrail’in bombardımanı ve topyekun ablukası nüfusun yüzde 80’inden fazlasının insani yardıma muhtaç olduğu Gazze’de uzun süredir devam eden insani krizi daha da derinleştiriyor. İsrail’in son 16 yıldır Filistin’de yaşayanlara yönelik gözetimci ve kontrolcü bir tutum sergilediği görülüyor. Öyle ki, İsrail’in Gazze’ye giriş ve çıkışları kapatması, gıda, ilaç gibi insani ihtiyaçların girişinin ve seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasından ötürü Gazze halkı haksız ve kapsayıcı bir ‘cezalandırıcılığa’ maruz bırakıldı. Bir diğer ifadeyle bölge adeta bir “açık hava hapishanesine” dönüştü.

Tüm bu kuşatmacı politikalar, Gazze’nin ekonomisi üzerinde yıkıcı etkilere yol açtı. Nitekim sayısal veriler Gazze’de işsizlik oranının yüzde 50’ye yaklaştığını ortaya koyuyor. Gazze’de yaşayan Filistinlilerin eğitim almak ya da çalışma amacıyla ülkelerinden çıkışı sınırlandırılıyor. Bu yüzden İsrail’in Filistinlilerin yurtlarını zorla tahliye etme yönündeki uluslararası insancıl hukuk kurallarına aykırılık teşkil eden çağrısı bir karşılık bulamıyor. Bu dışlayıcı ideolojiyle Filistin halkını yersiz ve yurtsuzlaştırılarak tamamen yok etmek amaçlanıyor.

Dönüm noktası

Uluslararası camiada İsrail’in yüzlerce kişinin ölümüne yol açan el-Ehli Baptist Hastanesi katliam niteliğindeki saldırısı “bir dönüm noktası” olarak kabul ediliyor. Ancak İsrail Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer uluslararası kuruluşların uyarılarını dikkate almıyor ve Gazze’ye yönelik insanlık dışı savaş suçu teşkil eden saldırılarını ve ablukasını sürdürüyor. Ayrıca su, elektrik, gıda ve diğer temel ihtiyaçların sivil halka ulaşmasına da engel oluyor. Savaşın yıkıcı etkilerinden uzak tutulması gereken sivil halk ve özellikle de kadınlar, çocuklar ve yaşlılar bu asimetrik saldırıların tam merkezinde yer alıyor.

İsrail savaş uçakları, Gazze’deki El-Ehali Hastanesi’ni bombalarken kentin kuzeyinde 2 binden fazla hastayı tedavi eden 22 hastanenin boşaltılmasına yönelik defalarca uyarıda bulundu. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) İsrail’in bu baskısının hasta ve yaralılar için “ölüm cezası” anlamına geldiğini söylüyor. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravina Shamdasani ise İsrail’in Gazze’deki El-Avde Hastanesi’nin boşaltılması talebine ilişkin, “Uluslararası insancıl hukukun, çatışmanın taraflarının, diğer sorumluluklarının yanı sıra yaralı ve hastaların ayrım yapılmaksızın gözetim altına alınması ve bakılması ilkesini uygulamasını gerektirdiğini; uluslararası insancıl hukuk uyarınca tıbbi tesislere, sağlık personeline, yaralı ve hastalara yönelik saldırıların yasak olduğunu” vurguladı. Ancak tüm bu uluslararası güvencelere rağmen İsrail yalnızca hastaneleri bombalamadı; Gazze’de yerinden edilenlerin sığındığı Rum Ortodoks Kilisesi gibi ibadethanelere de saldırı düzenledi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ise yapmış olduğu açıklamada, İsrail hükümetinin Filistinli çocukları ve diğer sivilleri büyük risk altına sokan Gazze Şeridi’ne uyguladığı topyekun ablukayı derhal sona erdirmesi gerektiğini; halkın toplu olarak cezalandırılmasının bir "savaş suçu" olduğunu ifade etti. Uluslararası Af Örgütü, uluslararası topluma sivilleri korumak ve daha fazla yıkımı önlemek için acilen müdahalede bulunma çağrısında bulundu.

İsrail’in saldırılarının ihlal ettiği hak alanları

Silahlı çatışma kuralları, BM üye devletler tarafından onaylanan ve uluslararası savaş suçları mahkemelerinin kararlarıyla desteklenen Cenevre Sözleşmeleriyle (1949) belirleniyor. Uluslararası İnsancıl Hukuk normları askerlere, sivillere ve savaş esirlerine yönelik muameleyi düzenleyen bir dizi sözleşmeden oluşuyor. [1] Cenevre Sözleşmelerinin dördüncüsü "Savaş zamanında sivil kişilerin korunmasına" ilişkindir. Bu sözleşme içeriği itibariyle sivil halkın haklarıyla ilişkili. Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına Dair Sözleşme'nin 18. maddesine göre “Yaralıları, hastaları, malulleri ve loğusa kadınları tedavi için teşkil edilen sivil hastaneler hiçbir zaman saldırıya uğramayacaktır. Bu hastaneler askeri amaçla kullanılamaz.” [2]

Uluslararası insancıl hukuk normları, savaşan tarafların sivil nüfusu etkileyebilecek saldırılara karşı etkili biçimde önceden uyarıda bulunmasını gerekli kılıyor. [3] Sivil nüfusu etkileyebilecek bir saldırı öncesinde etkili biçimde önceden uyarıda bulunma yükümlülüğü, 1863 Lieber Yasası’nda, 1874 Brüksel Deklarasyonu’nda ve 1880 yılında Oxford yayınları tarafından basılan silahlı çatışmaya ilişkin kuralları içeren el kitabında tanınan uluslararası hukukun uzun süredir devam eden bir kuralı olarak karşımıza çıkıyor. [4]

Ayrıca, sivil halka uzaklaşmak için yeterli zaman verilmemesi uyarının etkili olmamasına yol açıyor. Ancak tahliye edilemeyen sivillerin meşru bir hedef haline gelmesi düşünülemez. Bu kişiler tahliye olmayı tercih etmeseler de halen uluslararası insancıl hukuk normlarının koruması altındadır. Dolayısıyla, uyarılar yapıldıktan sonra bile İsrail ordusunun, tahliye bölgesi olarak adlandırılan bölgedeki sivilleri ve onların mülklerini korumak için mümkün olan tüm tedbirleri alma yükümlülüğü bulunuyor. [5]

Ayrıca, askeri işgaller sırasında işgalci gücün Dördüncü Cenevre Sözleşmesi (1949) uyarınca elindeki tüm imkanlar ölçüsünde, “halkın yiyecek ve tıbbi malzemesini sağlama” yükümlülüğü söz konusudur. Uluslararası insancıl hukuk normları sivillerin su, yiyecek ve ilaç gibi hayatta kalmaları için gerekli olan temel gereksinimlere erişiminin temin edilmesini gerektiriyor. Ancak bugün İsrail’in bölgeye gelen yardım tırlarının Filistinli halka ulaşmasına izin vermediği görülüyor. Bir savaş yöntemi olarak bireylerin gıda, su ve tıbbi imkanlarının kısıtlanarak “aç” bırakılması yasaklanmış ve bir savaş suçu olarak kabul edilmiştir. Bu yönüyle İsrail’in Gazze’deki halka yönelik topyekun ablukası, İsrail yetkililerinin Filistinlilere karşı işlediği apartheid ve zulüm yoluyla insanlığa karşı suçların bir parçasını oluşturuyor. Bir noktanın daha altının çizilmesi gerekiyor: “Uluslararası insancıl hukuktan kaynaklanan yükümlülükler mütekabiliyet ilkesine tabi değildir.” Dolayısıyla karşı tarafın savaş suçu teşkil eden eylemlerde bulunması, diğer tarafın savaş suçu teşkil eden eylemlerini meşru hale getirmiyor.

Euro-Med Monitor, İsrail’in saldırılarını sistematik bir yıkım kampanyası yoluyla Gazze ve Kuzey Gazze vilayetlerine odakladığını ve bu vilayetlerde yaşayanları yerinden etmeyi ve demografik transferi zorlamayı amaçladığını vurguluyor. Euro-Med Monitor, bu ihlallerin Gazze Şeridi’ndeki sivillerin başta yaşam hakkı, barınma hakkı ve mülkiyet hakkı olmak üzere bir dizi temel hakkına yönelik açık bir saldırı niteliğinde olduğunu söylüyor. Örneğin, İsrail’in mevcut saldırılarından önce Gazze ve Kuzey Gazze vilayetlerindeki konut sayısının 260 bin civarında olduğu; İsrail’in hava saldırıları nedeniyle şu anda yaklaşık 52.000 konutun tahrip edildiği ve ciddi biçimde hasar gördüğü belgelendi.[6]

Tüm bu sayısal veriler çerçevesinde ve Sivillerin Korunmasına İlişkin Dördüncü Cenevre Sözleşmesi kapsamında İsrail, kapsamlı kapatma ve toplu cezalandırma; Sivil halka sürekli olarak düzenlenen hava saldırılarıyla soykırım gerçekleştirilmesi ve yerleşim yerlerinin tahrip edilmesi; etnik temizlik ve zorla tahliye uygulamaları suçlarını işliyor.

Sonuç olarak, “uluslararası insancıl hukuk” kuralları kapsamında savaşın yıkıcı etkilerinden uzak tutulması gereken sivil halkın çatışmanın tam hedefinde yer aldığı görülüyor. Sivil halka yönelik toplu katliam niteliğindeki bombardımanlar, elektrik-su kesintisi ve hastanelerin tahrip edilmesi insancıl hukuk normlarının açık ihlali niteliğindedir. Uluslararası toplumun Filistinli sivil halkın haklarını göz önünde bulundurarak bu savaş durumunu ortadan kaldırmak için daha proaktif rol üstlenmeleri gerekiyor. Bu noktada Türkiye, küresel vicdanı harekete geçirme noktasında etkin bir liderlik diplomasisiyle bu trajediyi sonlandırmak adına yoğun çabalarını sürdürüyor.

[1] https://www.redcross.org/content/dam/redcross/atg/PDF_s/International_Services/International_Humanitarian_Law/IHL_SummaryGenevaConv.pdf

[2] https://www.redcross.org/content/dam/redcross/atg/PDF_s/International_Services/International_Humanitarian_Law/IHL_SummaryGenevaConv.pdf

[3] Rules of customary IHL, 2005, Rule 21

[4] https://ihl-databases.icrc.org/en/customary-ihl/v1/rule20#:~:text=armed%20conflictsInterpretation-,Rule%2020.,unless%20circumstances%20do%20not%20permit.

[5] https://www.newyorker.com/news/q-and-a/the-humanitarian-catastrophe-in-gaza

[6] https://reliefweb.int/report/occupied-palestinian-territory/israel-destroys-quarter-northern-gaza-strip-palestinian-death-toll-exceeds-4000-enar

[7] https://reliefweb.int/report/occupied-palestinian-territory/israel-destroys-quarter-northern-gaza-strip-palestinian-death-toll-exceeds-4000-enar

Kaynak: AA

Editör: Haber Merkezi