Dr. Fatma Çetin / Analiz - Allah’ın gösterdiği şekilde yaşamayı bırakıp şeytan ve onun arkadaşlarının sadece kalplere verdikleri birtakım vesveselere tabi olmanın neticesinin ebedi azap olduğunu vurgulayan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Fatma Çetin, israf kültürü ve gösterişli hayatın neslimizi nasıl tehdit ettiğini siz kıymetli okuyucularımız için değerlendirdi.

Kur’an’da israf ve savurganlık, “Savurganlar şeytanların dostlarıdır” (Bkz. İsra Suresi, 17/27) ifadesiyle acı bir şekilde yerilir. Çünkü şeytan bütün varlığını Allah’a isyana adamıştır. Yeryüzünde bozgunculuk yapıp insanları yoldan saptırmak için yemin etmiştir. Bu yüzden insanlara Allah’ın sevmediği fiilleri yapmaları için vesvese yoluyla teşviklerde bulunur.

Takva duygusunun meydana getirdiği iman ve korku hissi, şeytanların bu vesvese yollu teşviklerinden insanları korur. Şeytanlar da bu takva duygusuna sahip olmayı istemediği için iman etmeyenlerin dostları, bir anlamda âmirleri, arkadaşları olmaya çabalarlar. (A’raf Suresi, 7/27) 

İnsanlık tarihi boyunca şeytanlar ve onlara tabi olanlar, Allah adaleti ve itidali emrettiği yani ifrat ve tefritten sakınıp orta halli ve ölçülü olarak hareket etmeyi emrettiği halde, aksine davranırlar, bilmedikleri her şeyi sanki biliyorlarmış gibi davranmayı marifet sayarlar. İnsanları günaha davet eden dürtülerin ilim ile izah edilir bir yanı olmadığı halde şeytanın yaptığı gibi mutlaka bir bahane ve sebep icat ederler. Buna göre imansızlıkla şeytanlık arasında bir çekicilik olduğu görülmektedir.

“Bana fırlatıp attığın şeyi söyle  sana kim olduğunu söyleyeyim!”

İsraf ve savurganlığın modern literatürdeki karşılığı; tüketimdir. Kur’an’daki yermenin aksine bu davranış, modern toplumlarda kişiye itibar kazandırır. Jean Baudrillard’ın ifadesiyle modern toplumlarda “tüketim kahramanları” örnek alınır. Burada ölçü şudur, “bana fırlatıp attığın şeyi söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” Yani kim en çok harcama yapabiliyor ve en gösterişli bir şekilde hayatını yaşayabiliyorsa işte o, en büyüktür. Hatta kim bu gösteriş için göz kırpmadan canını bile feda edebiliyorsa daha da büyük olmaya hak kazanır.

İsraf kültürü ve ahlak ve adalet kaygısı!

Bu tüketim kahramanlarının, adil olmak, yoksulları gözetmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, helal kazanç elde etmek gibi bir kaygıları yoktur. Sahip oldukları maddi imkânları, yaşadıkları ışıltılı hayatı, rol aldıkları bir film, söyledikleri bir şarkı sayesinde kısa bir sürede de elde etmiş olabilirler. Bunun için ödedikleri bedellerin tamamına vakıf olmanın da imkânı çok yoktur. Her şey savurmaya/israfa odaklı olduğu için bu hayat içinde olanların ayıpları gizlenir. Bu uğurda çektikleri sıkıntılar, aksilikler, yaşadıkları acılar, asla ortaya dökülmez.

Hesaba çekilmemenin dayanılmaz hafifliği

Savurganlık ahlakına sahip olmayan ve mesela “bugün bir yığın şeyi çöpe attım” şeklinde cümle kuramayan çoğunluk, modern toplumun dışında kalırlar. Ancak ne hikmetse istemsizce de olsa bu gösterişçilere karşı derin bir saygı ve bağlılık içinde olurlar.

İsrafın yaygınlaşması, kişilerde hayatının her anını canının istediği şekilde yaşamaya sevk eder. “Yüreğinin götürdüğü yere git, hayatını yaşa, kimse seni bağlamaz” gibi cümleler, bunun en kısa ifadesidir. Böylece artık hayat, bir sorumluluk olmaktan çıkmış tamamen gösteriye dönüşmüştür.

Gösteriş kültürünün kahramanları

Modern dünyada tüketim ve gösteriş kahramanlarına dair gösterilecek en baş örneklerden biri James Dean’dir. 1950’lerde bir tüketim kahramanı olarak öne çıkarılan James Dean, ailesi olmayan, kot pantolon giyen, kızlı-erkekli gruplarla kafe ve değişik mekânlarda takılan, pahalı arabalara binen ve araba yarışlarına katılan bir karakteri temsil ediyordu.

Hakkında yazılıp çizilenlere göre ona bu kahramanlık payesinin, Amerikan gençliğine salaşlığı ve sokak serseriliğini sevdirdiği, her yerde kot pantolon giydirmeyi başardığı, isyankâr tavırlarıyla ailelerinden iğrenen gençlerin sesi olduğu ve 24 yaşında çok pahalı bir araçla kaza yapıp gösterişli bir şekilde öldüğü için verildiği anlaşılır.

Rol aldığı 3 filmden 2’si öldükten sonra gösterime sokulmuş biri olarak James Dean, sinema sektörü tarafından öldükten sonra adına düzenlenen toplantılar ve reklamlarla topluma sunulmuş, kahraman ilan edilmiş, o zamanın Amerikan gençliğine ilham kaynağı yapılmıştır.

Kansere yakalanan annesi 9 yaşında ölünce babası tarafından amcası ve yengesinin himayesine bırakılan James Dean, 18 yaşına gelince onların yanından ayrılıp kendi hayatını kurmaya çalışırken, yoksulluk başta olmak üzere pek çok sıkıntı ile baş etmeye çalışır. New York’ta küçük bir oda tutar ve vaktini arkadaşlarıyla beraber içip sarhoş olmakla geçirir. Hassastır, şefkatli ve hüzünlüdür. Ama hep kederli, asık yüzlü ve yalnızdır. Onun bu duruşu film yapımcısı Elias Kazancıoğlu’nun (1909-2003) dikkatini çeker ve böylece ilk defa bir filmde başrol oyuncusu olur.

James Dean’in “Asi Gençlik” filmi!

James Dean’in özellikle “Asi Gençlik” filminde canlandırdığı rolü, kendi öz hayatı ile kısmen bağlantılı görülür. Çünkü James Dean gerçek hayatında, annesini erken yaşta kaybeden ve babasından da gerekli ilgiyi göremeyen bir çocukluk geçirmiştir. Daha sonra tek başına gittiği New York’ta fakirlik ve yalnızlık içinde, sokak serseriliği kıvamında zor bir dönem geçirmiştir. Bir şekilde dâhil olduğu sinema yaşantısı boyunca da kendisine teklif edilen rollerin, asi, uyumsuz, huzursuz, yalnız ve sorunlu karakterler olması onun için adeta bir avantaj olmuştur.

Bu şekilde şöhret basamaklarında yükselmeye başlayan Dean, film çekimleri sırasında tanıştığı İtalyan televizyon ve film oyuncusu Pier Angeli’ye (1932-1971) âşık olur. Ancak kız Katolik’tir. Pier Angeli yine gösteri dünyasından ama Katolik olan başka biriyle evlenir. Söylentilere göre James Dean, Pier Angeli’nin nikâhının kıyıldığı kiliseye, motoruyla gelir ve onları uzaktan izler (1954).

James Dean, 3. Filminin çekimleri tamamlandığında henüz 24 yaşındadır. Araba yarışlarına meraklı salmıştır. Bu hobisi onun ölümüne sebep olmuştur.

James Dean’in sadece 24 yaşında iken böyle aniden ölmesi, 1950’li yılların sinema sektörü için sağlığından daha önemli olmuştur. Çünkü James Dean tek başına yaşamıştır. Çevresinde ondan sorumlu olan anne-baba ya da yakın akrabaları yoktur. Sokak serserisi şeklinde adlandırılabilecek bir hayatı olduğu için kimseye karşı yerine getirmek zorunda olduğu sorumlulukları da olmamıştır. Modern kabullere uygun olarak, kendisinden istenen rolü oynamıştır. Çok kısa bir süre de olsa lüks bir hayat yaşamayı ve pahalı araçlara binmeyi hak etmiştir.

Tüketim kültüründe ölü de tüketilebilir

Ölümünden yaklaşık 65 yıl sonra James Dean’i hatırlamamızın sebebi, sağlığında olduğu gibi ölümünden sonra da zamanın tüketim kalıplarına uygun hale getirilerek adeta tekrar diriltilmesidir. Onu 2000’li yıllarda tekrar filmlerle pazarlayanlar, işsiz güçsüz, yalnız, sefil bir hayat süren bir genç üzerinden yine servetlerine servet katmaya devam edebilmektedirler. İlk baştaki ayette ifade edildiği mana üzere “şeytanın dostları” haddi aşmaya devam edip, görünmeden insanların kalplerine türlü türlü vesveselerini yağdırmaktadırlar.

Renkli bir gelecek için ucuz otel odalarında yaşayan bu fakir genç James Dean’i kendine örnek almadan önce kişinin, henüz 24 yaşındayken o Porsche’ye nasıl sahip olduğunu ya da kimlerin ona bu Porsche’yi sağladıklarını öğrenmesi gerekir. Biraz düşünüldüğünde James Dean ve onun gibilerin, insanların kalplerine savurganlık ahlakını ve diğer şeytani işleri yerleştirmek için, vesvesecilerin kullandığı elverişli bir kişilik olduğu görülecektir.

Büyük pişmanlıklar ve ahiret hayatı

Sonuç itibarıyla James Dean ya da onun benzerlerinin yoluyla bize gösterilen ışıltılı, dertsiz tasasız hayatlar, bu dünyada kişiye büyük pişmanlıklar ve acılar yaşatmakla kalmayıp ahiret hayatını da kaybettirmektedir. Çünkü bu ilahi kanundur. Allah’ın gösterdiği şekilde yaşamayı bırakıp şeytan ve onun arkadaşlarının sadece kalplere verdikleri bir takım vesveselere tabi olmanın neticesi ebedi azaptır.

Editör: TE Bilisim