Modern Hukukun Gerekçesi

Özetle modern hukukun gerekçesini şöyle ifade edebiliriz: Aydınlanma fikrine dayalı olarak eşyaya karşı (hazza dayalı) özgürlük ve eşitlik. Bu özgürlükten maksat ise üretenlerin üretmesi, tüketenlerin tüketmesi özgürlüğü yani bu yolda eşyayı özgürce kullanması diyebiliriz.

Modern Çağda Fıkıh ve Muadili Olarak Kullanılan Hukuk?

Öncelikle toplumların şeylerle olan ilişkisi aslında o toplumların bir nevi genel duruşunu ve neye, nasıl ve nereden baktığını bizlere verir. Bu bağlamda, İslam medeniyetinde insan, şeylerden adalet ile faydalanmayı, kullanma/muamele etmeyi bir vecibe olarak bilir.  Bu temel yaklaşımı sebebiyle, bu yaklaşıma ve ilkeli duruşa halel getirecek olan, haz alma ve sınırsız özgürlük anlayışına gem vurmayı ve bunları frenlemeyi asli vazifelerinden sayıp, bunu bir zorunluluk olarak görür. Bunun dışındaki davranışları ise Adaletsizlik olarak telakki eder. Bugün genel anlamda dünyaya hâkim olan Batının toplum algısında ise insan, şeyleri, nesneleri tüketen bir varlık olarak görülür. Yani haz almak için modern birey, daima varlıkları tüketmeyi kendisinde doğal bir hak olarak görür. Şimdi insanın eşya ile olan ilişkisine kısaca genel olarak temas etmiş ve insanların birbiri ve eşya ile ilişkilerini tanzim eden Fıkha değinmişken, yaşadığımız modern çağda fıkhın muadili olan “kanun” kelimesine değinmemek olmaz.

Kanun lugatta; Farsçadan veya Rumcadan veya Habeşçeden veya Yunancadan Arapçaya geçen kaide manasında bir kelimedir.  Istılahta ise, kişinin faydasına olanı ön gören ve toplumsal hayatını tanzim eden kaidelerin toplamına kanun denilir. Şimdi kısada olsa fıkıh ile kanun yani modern hukuktan bahis sadedinde fıkıh ve hukuka dair bazı genel malumatları paylaşmak istiyorum.

Toplum mu Hukuka, Hukuk mu Topluma Yön Verir?

Reeldeki modern hukukun uzamı olan batı toplumlarında, (onlar icad edici olduklarından) toplum hukuka yön verir. Zira pratikte, onların kendi doğru ve menfaatlerine göre hukuk şekillenmektedir. Fakat batı toplumunun dışındaki halkı Müslüman ülke ve toplumlarda ise hukuk topluma yön verir. Pratiğe baktığımızda bu toplumlar geri kalmış toplumlar olarak görülür ve hukukun gayesi onların standartlarını inanç, değer ve hayatlarını koruyup muhafaza etmek yerine hukukun eli ile onlar bir nevi devşirilip hukukun vâzı’ları (kanun koyucuları) tarafından ideal görülen bir kalıba girmeleri amaçlanmaktadır. Yani kanunlar ve hukuk onları birilerinin istediği şekle, kalıba koymak için vardır. Unutmamak lazım ki insan ve toplumun hayatının ekserisini kaplayan kurallar topluluğu olan hukukun, kendine özgü mensup olduğu bir hüviyeti vardır. Batı hukukunun hüviyeti ise aydınlanma düşüncesi ve bu düşüncenin üzerine oturduğu eşitlik ve özgürlük ilkeleridir. Zira batı hukukunun yürürlüğe girmesini sağlayan kavramlar batılı anlamda (modern anlamda diyoruz) temelde eşitlik ve özgürlüktür. Batıda üretilen hukuk ile idare edilen, halkı Müslüman ülkelerde hukuk, maalesef bu hukuk marifeti ile bu halkların batılılaşmaya doğru dönüştürme görevini yüklenmiştir ve bunu ifa etmektedir. Dolayısı ile, halkı Müslüman olduğu halde beşeri hukuk ile tanzim edilen bu ülkelerdeki kaos veya kargaşaları İslam’a mal etmek kasıtlı ise hıyanet değil ise aymazlıktan başka bir şey olmaz.

Beşeri Hukuk İle İslam Hukuku Arasındaki Mahiyet Farkı

a-) İslam fıkhı Adalet kavramı üzerine oturur. Üsul-i fıkıh ve füru-u fıkıh başlıklarında ele alınır. Yani teori ile pratik ayrı ayrı ele alınır. Yani “Değişmez ve değiştirilemez evrensel ilahi temel ilkeler ile, bu ilkeler çerçevesinde zamanın, şartların ihtiyacına göre değişebilen, insanların maslahatlarını merkeze alan fer’i hükümler” şeklinde bir minval üzeredir. b-) Modern hukuk ise aydınlanma fikrinden yola çıkarak eşitlik ve özgürlük kavramları üzerine kendini oturtur. Kamu hukuku ve birey hukuku diye ikiye ayrılır. Bu nedenle tarihseldir; yani meseleleri, asrın şartlarına göre sürekli yenileyerek yorumlamayı esas alır. Baktığımızda mevcut hukuk sistemleri bu minval üzeredir. Bu nedenle meclisler ve hukukçular mütemadiyen kanun ve yasaları değiştirmeye mecbur ve memurdurlar. Zira sınırlı olan insan zihninin ürünü olan bu çalışmaların yarınlarda doğru ve isabetli oluşunu korumaları olanaksızdır.

Özellikle adalet açısından bir mukayese edecek olursak, İslam adaleti ile batı adaleti arasındaki fark nedir?

İslam’da adalet 3 kısımdır.  a.) kişinin kendisine karşı adaleti, b.) rabbbine karşı adaleti, c.) başkalarına karşı adaleti, şeklinde tezahür eder. Bu nedenle İslam toplumlarında, hayatın merkezine oturan adaletin kendisidir. Her ne kadar istisnai bazı uygulamalar bunun aksini gösterse de, işin aslı ve genele teşmil olan yönünde her açıdan adalet hayatın merkezindedir. Tabi bu noktada parantez içinde şunun özellikle altını çizmekte fayda var. Bugün yaşadığımız dünyada gerçek anlamda bağımsızlığını ve özgürlüğünü elde edememiş, direkt veya dolaylı olarak sömürülen halkı Müslüman ülkelerdeki uygulamaları göz önünde bulundurarak İslam hukukunu ve nizamını değerlendirmek baştan aşağıya yanlış ve yanıltıcı olur. Zira halkın Müslüman olması başka bir şey, sistemin İslami esaslar üzerine olması başka. Yine kendilerine Müslüman/şeriat ülkesi diyen (İran ve Suud gibi) ülkelerin de, özellikle Osmanlının yıkılışından sonra, bu yıkılma projesinin tamamlanması için uydurulan “üniter devlet(ler)” projesi çerçevesinde uydurulan birer proje olmaktan öte olmadıkları ehli olan herkesçe malum olan bir durumdur.

Batı toplumunda ise adalet, sadece kişiyi kişiye karşı korumayı esas alır. Bu nedenle bir kişinin kendi canına kıymasını da bir hak görür, bedenine zarar veren (içki, bağımlılık yapan maddeler gibi) fiil ve eylemleri de bir hak olarak görür. Bir kadının karnındaki bebesini kürtaj dediğimiz yolla katletmesini de, doğurduktan sonra onu belirlenen yerlere bırakıp terk etmesini de… Ve kapitalist bir mantıkla eşyayı, daha da ötesi hayatı tüketmesini de, hedonist hazlarını ve materyalist, kapitalist, seküler isteklerini yerine getirebilmesi için, doğaya veya dünyaya direkt veya dolaylı da olsa zarar vermesini, kendinde bir hak olarak görür. Buradan yola çıkarak baktığımızda bugün yaşadığımız modern hayattaki kaos ve kargaşanın arka plan sebeplerini kestirmek çok da zor olmasa gerektir.

Bugünkü modern hukuktan önce batı toplumlarında feodalite/derebeylik (Avrupa’da kavimlerin göçü ile başlayan, toprağın sahibinin derebeyi olduğu, şövalye savaşçıları olan kalelerde yaşayan uç beyi gibi) hakimdi.  Daha sonrasında Fransız ihtilali ile beraber başlayan süreç bugün adına modern hukuk dediğimiz sonucu doğurmuştur.

Batı hukukunun özü burjuvazinin (üretim araçlarını ellerinde bulunduran ve bunlarla çıkarları birleşenlerden müteşekkil toplum sınıfı) daha fazla zenginleşebilmesi için aristokrasiden (devlet gücünü elinde bulunduran soylular sınıfı) daha fazla talep ettiği eşitlik ve özgürlüktür.  Bundan yola çıkılmıştır. Diğer bir açıdan modern hukukun adalet algısı bu burjuvazinin aristokrasiden talep ettiği özgürlük ve eşitliği temin etmesi üzerinedir. Bu husus aslında batı toplumlarında eşitlik ve özgürlük dendiğinde neyi kast ettiklerini de gösterir. Tabi gelişmemiş veya gelişmekte olan, batıyı örnek ve ölçü alan toplumların da bu gerçeği görmeleri, epey zor bir durumdur.

İslam hukuku ile modern hukuk arasındaki farkları maddeler halinde sıralarsak; 1. Gerek İslam olsun ve gerek İslam’ın dışındaki toplumlar olsun tüm toplumlarda insan üstün olarak kabul edilmiştir. Fakat bu üstünlük İslam’da Araf suresi 172. ayetinde buyurulduğu üzere “İnsanın elest bezminde Allah’a (c.c.) verdiği söz” ile, Ahzap suresi 72. ayet-i celilesinde ifade edilen “insanın emaneti, sorumluluğu yüklenmesi”dir. Yani insan sorumlu olduğu, sorumluluğu yüklendiği için üstün kılınmıştır.

Beşerî toplumlar özelinde Modernizmin ana söylemi ise, insan akıl sahibi olduğu için üstündür. Bu nedenle insan, mutlak manada özgürdür. Bu özgürlüğünden kastedilen ise bireylerin/kitlelerin eşitlik ve özgürlüğüdür. Bu modern hukukun temelini oluşturur. Buradaki özgürlük Rönesans döneminin (ortaçağ ve reformasyon dönemi arasındaki süreç ki 15. yy’da başlayıp 16. yy’da İtalya’da tercüme ile Yunan felsefesiyle irtibat sürecidir bu. Batılı bilim adamları bundan sonra İslam’ın entelektüel katkısını ve varlığını yok saydılar) izmlerinden olan hümanizmdir. Eşitlik ile özgürlüğün birleştiği yer ise, aydınlanma fikridir. Eşitlik ve özgürlüğün bayraktarlığını batı toplumunda burjuva yapmaktadır. Bunun sebebi bunların çok insancıl olmalarından değil, bilakis parayı ellerinde tutmuş olmalarındandır.  Daha basit bir ifade ile burada kast edilen birilerinin özgürce diledikleri gibi herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan üretmeleri ile kendilerinin dışında kalan büyük toplumların ise, bunların ürettiklerine ulaşma ve onları tüketme özgürlüğüdür. Modernizme göre eşit olmak kitle olmaktır. Zira onlar kitlenin parçalarıdırlar. Her bir bireyin insan olmak değil, kitlenin parçası olması aydınlanma düşüncesinin eşitlik tasavvurunu oluşturur.  Kitle kelimesi ise tüketim topluluğu anlamındadır. Feodal düzenden özgürlüğünü elde eden burjuvazinin kastettiği özgürlüğün, 21. yy’daki karşılığı, tüketici olma vasfıdır. Yani bunlara göre toplum, kendilerinin ürettiklerini tüketme özgürlüğüne sahiptirler.

Özetle, Müslüman toplumda özgürlükten kastedilen insanın zihnen mutlak üstün olması anlamında iken modern toplumda, ekonomik toplumda ise üretim ve tüketimde özgür olmaktır. Batı toplumu insanı haz alan şey olarak merkeze alırken, Müslümanların böyle düşünmeleri söz konusu olamaz. Bundan dolayı İslam’da, batı toplumunda olduğu gibi biçimsel anlamda bir eşitlikten bahsedilemez. Bilakis Müslümanın eşitlik anlayışı, kemmiyyet (nicelik) itibarı ile değil keyfiyyet (nitelik) itibarı iledir. İnsan doğuştan mutlak üstünlülüğe sahiptir. Ama bunun sebebi, batıdaki gibi akıl sahibi olduğu için değil, elest bezminde  Allah ile insan arasında yapılan ahde ve emaneti yüklenmeye/mesuliyete dayanır. Bu da Müslüman bireyin kitlenin parçası olması durumuna manidir.

Selam ve dua ile…

Muhammed Şevket Gökşan’ın yazdığı Şeriat Neyimiz Olur başlıklı yazı dizisinin diğer bölümlerini buradan okuyabilirsiniz: Muhammed Şevket Gökşan

Editör: TE Bilisim