Dr. Adam Mcconnel – Analiz

Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib şehrinde son üç haftada yaşanan gelişmelerin, önümüzdeki aylar ve yıllar içinde tarihin akışı üstünde çok derinden etkileri olacak. Esed rejiminin ve Rusya’nın kuzeybatı Suriye’de başarmaya çalıştığı şeyin “terörle mücadele” ile hiçbir ilgisi bulunmuyor. “Terörle mücadele”, Şam’ın Rusların yardımıyla yürüttüğü demografik temizliğin bahanesi olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Bu durum özelinde amaç etnik temizlikten ziyade mezhepsel temizlik: Suriye’den mümkün olduğu kadar çok Sünniyi sürmek istiyorlar. Türkiye ise Suriye vatandaşlarının demokratik bir sistem altında barış içinde yaşama hakkını istikrarlı bir şekilde savunagelen yegâne aktör olmayı sürdürüyor.

Öte yandan Rusya, Türkiye’nin Suriye’deki müdahalesine karşı çıkan bir grup monarşi ve askeri diktatörlüğü desteklediğinden, bu bölgedeki demokrasinin kısa vadedeki geleceği tehlikede.

REJİMİN KİRLİ SİCİLİ

2011 yılında, çatışma başlamadan önce Suriye nüfusunun yüzde 70’i Sünni idi, fakat devletin kontrolü onlarca yıldır Suriye’nin Alevi (Nusayri) azınlığından gelen Esed ailesinin

elindeydi. Nusayriler Şii kimliğinin bir türü olarak anlaşılıyor ve bu aslında Şam rejimi ile İran’ın neden bu kadar yakın bağlara sahip olduğunu izah eden şey. Suriye

devletinin resmî ideolojisi, sosyalist ve milliyetçi fikirlerin bir tür proto-faşist karışımı olan Arap Baasçılığıdır. Beşşar Esed’in babası Hafız Esed 1980’lerde zaten

büyük ölçekli Sünni katliamları gerçekleştirmişti. Ancak Soğuk Savaş halen devam ediyordu ve bu yüzden bu katliamlar uluslararası düzeyde pek bir ilgiye mazhar olamadı. Esed rejimine karşı spontane bir şekilde başlayan halk ayaklanması, ilk olarak Ürdün sınırına yakın bir güneybatı Suriye şehri olan Dera’da çıktı. Protestocuların amacı daima rejimi demokratik reformları kabul etmeye zorlamak olmuştur. Esed rejimi ise ayaklanmayı “Sünni terörizmi” olarak sunmaya çalışarak Suriye’deki Nusayri azınlığı korkutmak ve onları

motive etmenin yanı sıra uluslararası kamuoyunu manipüle etmek için çatışmayı kasten bir mezhep çerçevesine oturttu. Yaklaşık altı yıl önce gelinen nokta itibarıyla uzmanlar Suriye’nin ayrı ayrı mezhep bölgelerine bölüneceğini tahmin ediyorlardı. Ne var ki Rusya’nın dahil olmasıyla çatışmanın bütün gidişatı değişti.

RUSYA’NIN ROLÜ

Rus hava gücünün arkasını tutması sayesinde Şam, ülkenin çeşitli bölgeleri üzerindeki kontrolünü yavaş yavaş yeniden ele geçirirken, kullandığı tekniklerin vahşiliği giderek daha da arttı.

Bunun temel örneği, rejimin Halep’in kontrolünü 2016 sonlarında yeniden ele geçirene kadar sürdürdüğü aralıksız ve gelişigüzel bombardımanların neticesinde bu şehrin yıkıma uğraması oldu. Halep’in batısında ağırlıklı olarak Sünni nüfustan müteşekkil bir bölge olan İdlib, rejimin kontrol ettiği bölgelerin haricinde kaldı ve diğer birçok Sünni Suriyeli iç savaş sırasında İdlib’e göç etmek

zorunda kalarak kendi ülkelerinde mülteci konumuna düştüler.

Nihayetinde Rusya ve Türkiye’nin varacağı anlaşma sayesinde, İdlibve havalisindeki birkaç milyon insan, çatışmaya müzakere edilmiş nihai bir çözüm geleceği umuduyla, Türkiye’nin koruması altında İdlib’de kalabilecek ve Türkiye sınırına yahut bizzat Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmayacaktı.

DRONE SAVAŞLARININ ORTAYA ÇIKIŞI

Esed rejimi ve Rus destekçileri, müzakere yolunu değil, askeri çözüm yolunu seçtiklerini geçtiğimiz yıl boyunca adım adım daha net bir şekilde ortaya koydular. Halep’e karşı kullanılan barbarca

yöntemlerin aynısı bu sefer İdlib’e karşı kullanılmaya başlandı. Türk hükümeti Rusya ve Şam’a karşı aşırı derecede sabırlı davrandı. Fakat rejimin 27 Şubat tarihinde 30’dan fazla Türk askerini şehit etmesiyle birlikte artık o geri dönüşü mümkün olmayan çizgi aşılmış oldu.

Türkiye son beş yılda geliştirdiği drone kabiliyetlerini, Esed güçlerine ve onlarla birlikte savaşan İran ve Lübnan (Hizbullah) militanlarına karşı derhal tam kapasiteyle devreye soktu. Sonuç, afallatıcı bir yıkım oldu. Müteakip saatler ve günler boyunca tanklardan topçu silahlarına ve mobil hava savunma kamyonlarına kadar her türlü askeri aracı imha eden droneların AB’nin riyakârlığı İdlib’deki gelişmeler aynı derecede hayati önem taşıyan başka bir soruyu daha dikkate almayı gerektiriyor: İdlib, yabancı politikacıları Türkiye’yi farklı bir açıdan algılamaya zorlamış mıdır?

Suriye rejiminin Türk askerlerine saldırmasını takip eden saatlerde Türk liderliği tarafından aldığı kararlar sağlam olduğu kadar bir ilk olma özelliği taşıyordu. İzah ettiğimiz ilk karar, Şam rejiminin İdlib bölgesindeki güçlerine karşı genişletilmiş askeri operasyonlar başlatmak oldu. Türk yetkililer, İdlib’i (Türkiye’nin halihazırda varlığını ikame ettiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtı bölgelerindekine benzer bir şekilde) fiilen bir güvenlik bölgesine dönüştürecek bir ateşkesin sağlanmasına yönelik anlaşmazlıkları giderebilmek adına 5 Mart’ta Rus mevkidaşlarıyla bir araya geldiler. Ateşkesin ne kadar dayanacağını göreceğiz.

Yeni Türkiye’yi anlamak

Yabancı hükümetler, siyasi liderler, gözlemciler, yorumcular, düşünce kuruluşu mensupları, gazeteciler ve diğerlerinin bu yaşananlardan almaları gereken temel ve acil ders, Türkiye’yi ciddiye almaktır. Türkiye’yi ciddiye almaları gerektiğini söylerken kastededilen, sadece, akıllarını dolduran, Türkiye hakkındaki algılarını ve düşüncelerini bozan önyargılardan artık kurtulmak. Türkiye’yi hemen eşit bir muhatap olarak görmeye ve ona bu doğrultuda münasip bir tarzda davranmaya başlamalılar. Özellikle önemli olan, Türkiye’nin NATO müttefiklerinin ve daha spesifik olarak Pentagon’daki Amerikalı ortaklarının tutumudur. Pentagon’un, bir NATO müttefiki olarak Türkiye’ye karşı sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek için kullandığı bütün mazeretlerden derhal vazgeçmesi gerekiyor. Türkiye’nin hava savunma sistemleri için Rusya’ya yönelmesinin nedeni, ABD’nin doğru şeyi yapmayı, yani Patriot sistemlerini sağlamayı

reddetmesiydi. Açık olalım: hata Türkiye’nin değil,ABD’nindir.

Türkiye’nin yerli silahları

Son on yılda Türk ordusunun geliştirdiği kapasiteleri dikkatle takip edenler Suriye’deki askeri başarısı karşısında şaşırmadılar; ama yine de bu kapasitenin ortaya koyduğu tesirle vaziyeti tam olarak görmüş oldular. Türk ordusunun dronelarının PKK’nın operasyonel kapasitelerini ciddi şekilde sınırlandırdığı biliniyordu. Ancak Şam rejiminin güçlerine karşı 27 Şubat gecesinden başlayarak atılan adım, şüphesiz ki çatışma koşullarında büyük ölçekli, koordineli drone kullanımının ilk örneğini teşkil ediyor. Askeri operasyonların geleceği bu; Türkiye bu teknolojiyi geliştirdi ve şimdi de savaş alanında kullanıyor.

Editör: TE Bilisim