Âmine Kara 12/F

Suffa Ashabı, dünyayı arkaların atıp cennetin kokusunu her an hisseden Mukarrebun olanların meclisi… Ashab-ı Suffa ya da Suffa Ashabı’ nın hayatına hangimiz “Evet biz de varız!” diyebiliriz… Bizler dünya ile onlar cennet ile sözleşmişlerdi. Onların dünya ile bir bağı yoktu, dünyadan onları çağıran birileri de… Cennete sevdalıydı… Cennette onlara susamıştı… Onların karşısında şeytan çaresiz kalıyordu.

Cennetle sözleşmeye ben de varım diyenler gelin Ashab-ı Suffa’ ya doğru gidelim ve nasiplenelim…Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VII. Cilt, 46. sayfada şöyle tanımlanıyor Suffa… Allah Rasulü (s.a.s)’in mescidine bitişik sofada barınan ve İslâmi tedrisatla meşgul olan sahabeler. Suffa, eski evlerdeki seki, sed gibi yüksekçe eyvan demektir. Dilimizde buna sofa da denir. İslâm tarihinde “Suffa” denilince, Allah Rasulü (s.a.s)’in Medine’deki mescidinin bitişiğindeki bu isimle anılan yer anlaşılır. Burada barınan sahabelere de “Ashab-ı Suffa” veya “Ehl-i Suffa” denir.

Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nin II. cildinin, 940. sayfasında Ashab-ı Suffa’ yi şu cümleler ile tanıtır.Ashab-ı Suffa ictimaî, siyasî ve askerî nedenlerle Medine döneminde ortaya çıkmıştır. Kavim ve kabileleri arasında İslâm’ı yaşama imkânı bulamayıp gerek Muhammed (sas) ile beraber Mekke’den ve gerekse muhtelif yerlerden Medine’ye hicret eden fakir, yeri, yurdu olmayan kimseler burada barınırlardı. İslâmiyet’te ilk yatılı medrese burası olmuştur. Bundan sonra buranın durumu örnek alınarak İslâm âleminde medreseler hep camilerin etrafına yapılmıştır.”

Kıyamete kadar edinilen tüm ilimlerden Ashab-ı Suffa’ ye bir pay ayırılacağına inanıyoruz. İlim sadece salt okumak ya da zihinde kavramları ya a metinleri saklamak değildir. İlim insanı cennete yaklaştıran yol işaretleridir. Biz bugün o Mukarrebun olanların işaretlerini takip edersek kazanlardan olacağız…

Allah Rasulü hangi kararı alacak olursa olsun Mescidine en yakın ashabı ile istişare ederdi. Ashab-ı Suffa’ye sorulurdu çünkü onları cennetten başka yaptıkları bir hesapları yoktu. Tek düşündükleri vardı cennet… Cenneti düşünenler ilk zamanlar iki elin parmakları kadardı sonra sayıları kaynaklarımız da dört yüze kadar ulaştığı yazar.

Ashab-ı Suffa demek aslında Ashab-ı Bedir de demektir. Zalimler ellerinde kılıç ile mazlumlara yaklaşırken “Biz ilim adamıyız, biz sadece okuruz!” demediler… Onların çoğu cennetlerine mebruk ve makbul olan kanlarını şahit tuttular. Ashab-ı Suffa demek “İmtihan nasıl kazanılır?” bunun en iyi yol göstericileri olarak kalacak kıyamete kadar.

Her yapı direkleriyle kaimdir. Ashab-ı Suffa’nin direkleri onu ayakta tutanda başta Allah Rasulüdür. Ashab-ı Suffa’yi bereketli kılan isimler Abdullah b. Mesud (r.a.), Ubey b. Ka‘b (r.a.), Muaz b. Cebel (r.a.) ve Ebu’d-Derdâ (r.a.) gibi ilim sahibi sahabeler Ashab-ı Suffa’nin direkleridir…

Ashab-ı Suffa Müslümanların sığınağıydı. Suffa ehlinden olmak orada yatıp kalmak demek değildi. Suffa’ ye gelenler imanın insanda müşahhaslaşmış halini görmeye gelenlerdir. Kimsesizlerin ya da dünyadan nasibi olmayıp yardım bekleyenlerin mekânı değildir. Ashab-ı Suffa zenginlerin sahip olduğu her şeyin aslında bir hiç olduğunu gördükleri mekândır. Ashab-ı Suffa zühdün ve takvanın kardeşliğidir…

Ashab-ı Suffa olmasaydı cennetin bile gurur duyacağı ve gıpta edeceği şehitlerimiz olmazdı. Ashab-ı Suffa olmasaydı herkes bir birine “bana göre” diyerek bir din yaşayacaklardı. Ashab-ı Suffa adım adım an be an Allah Rasulü’nün bize tavsiyelerini bir birlerine vasiyet ettiler ve bize ulaştı. Ashab-ı Suffa olmasaydı para ve dünyalıklar Müslümanları yoldan çıkaracaktı ama zenginler Ashab-ı Suffa’yi gördükçe onlarla hem hal oldukça rahatlamak için dünyanın albenili olan neyi varsa ellerindençıkarıyorlardı. Biri kızıl tüylü develerinden, biri hurma bahçelerinden bir başkası dinarlarından vazgeçiveriyordu… İşte bunların hepsini Ashab-ı Suffa’den öğrenmişlerdi… Ashab-ı Suffa de Allah’ın Rasulu’nden…

Editör: TE Bilisim