FURKAN AZERİ / ANALİZ HABER

Beş yıldır Suriye’nin dört bir yanında süren direniş, son bir senedir Halep şehrinde kilitlenmiş durumda. Dera, Kuneytra ve Humus bölgelerindeki direnişin, dış güçler, ablukalar ve anlaşmalarla büyük ölçüde pasifize edilmesi, Nusayri rejimin ve müttefiki Şia güçlerinin Halep’e odaklanmasına imkân verdi. Bir savaşta en önemli unsur olan ulaşım güzergâhları, kuzeyden güneye geçiş yolu olan Halep yolu başta olmak üzere birçok ana yol muhaliflerin kontrolündeydi. Bunun yanı sıra Şeyh Neccar Sanayi Bölgesi, Kristina ve Safira’nın etrafı başta olmak üzere, Halep’in %70’i de muhaliflerin elindeydi. Hatta Ortadoğu’nun en büyük silah fabrikalarından olan ve Halep’in güneybatısında bulunan Safira silah fabrikası da ciddi manada kuşatılmıştı ve rejim için alarm zilleri çalıyordu. DAEŞ’in o zaman ortaya çıkıp muhaliflerin saflarını bölüp arkadan vurması, Halep’de, başta Safira olmak üzere bütün cephelerden muhaliflerin çekilmesine sebep oldu. Bu süreçte muhalefet, bütün enerjisini Esed rejimine değil de direnişin arkasında kümeleşen Bağdadi ekibine harcadı, böylece muhalefetin safları bölündü. DAEŞ’in çıkardığı bu fitnede binlerce direnişçi hayatını kaybetti.

(2013’de DEAŞ ortaya çıkmadan Halep ve çevresinde ki durum, yeşil alan muhaliflerde)

Bu çatışmalar sürerken rejim, Nayrab Havaalanı’ndan kuzeye, Nakkarin ve Şeyh Neccar istikametine ilerledi. Bu bölgede rejimle savaşan o zamanki Nusret Cephesi (Nusret Cephesi geçtiğimiz aylarda kendini feshederek Şam’ın Fetih Cephesi olarak yoluna davam edeceğini açıklayarak yapısal değişikliğe gitmişti) ve diğer grupların çabaları, rejimin ilerlemesini geciktirse de engelleyemedi. Rejim, Halep Cezaevi’ndeki kuşatmayı kaldıracak kadar ilerledi. Bu süreçte ortaya çıkan şahitliklerde, o zamanki Nusret Cephesi liderlerinden Ebu Abdullah Şami, DAEŞ’in “ Suriye valisi” Ebu Ali Enbari ile konuştuklarını ve kendisine, Halep cephelerinden çekilmelerinin, rejimin ilerlemesine sebep olacağını söylediklerinde, DAEŞ’in valisi:” Hadi o ÖSO’cular gelsin de kadınlarınızı Nusayrilerin tecavüzünden kurtarsın ”şeklinde bir cevap aldıklarını söyler . Bu umursamaz cevabı, takip eden üç yıl boyunca DAEŞ’in Halep’teki tavrını belirledi. DAEŞ’in Halep’te intikam hisleri beslediği muhaliflere, saldırılarını sürdürürken 2014 senesi başından itibaren 3 yıl boyunca rejimle adı konmamış bir ateşkese sadık kaldı.

DAEŞ, rejimin arkasını sağlama almasıyla, rejim güçlerini muhaliflere odaklama imkânı buldu ve adım adım ilerleyerek Ruslar’ın ve İran’ın artarak devam eden desteği ve Şeyh Maksud’daki PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG işbirliği ile 2 yıl sonra Halep’i tamamen kuşattı. İdlip merkezli ‘’Fetih Ordusu’nun’’ kuşatmayı kırmak amacıyla düzenlediği ilk saldırı hedefine ulaştı ancak sonrasında pasif bir savunma stratejisi uygulanması rejimin tekrardan Halep’i kuşatmasına zemin hazırladı. ‘’Fetih Ordusu’nun’’ ikinci saldırısı da kesik kesik birkaç gün devam ettikten sonra hala anlaşılmayan sebeplerle aniden durdu ve rejim, Halep’i üçüncü defa eskisinden de sağlam bir şekilde kuşattı. Şehir içinde kalan az sayıdaki muhalif gruplar direnmeye devam ediyor ancak ne kadar dayanabilecekleri meçhul…

HALEP’TE YAŞANANLARI BENZERİ ŞAM’DA DA YAŞANIYOR

2016 yılı başlarken senenin getirecekleri hakkında bazı öngörülerde bulunmak mümkündü. 2015 yılı başında muhaliflerin, rejimin ulaşmaya çalıştığı Nubul ve Zehra’ya yaptığı saldırının başarısız olması ve yeni bir saldırı girişiminde bulunulmaması, 2015 yılında rejimin, Halep’i kuşatmak için sayısız saldırı denemesinin Rityan’da durdurulması ancak karşı saldırıları da başarısız olması ve rejimin tahkim ettiği ileri karakolu Başköy’ün alınamaması, Halep merkezli muhaliflerin intizamsızlığı ve rejim saldırılarını durdurmak için İdlip’ten sürekli Halep’e askeri takviye gönderilmesine ihtiyaç duyulması, olacakların, bugün yaşananların habercisiydi. Nihai olarak 2016 başında rejim Nubul’a ulaşarak muhalif bölgelerini ortadan ikiye böldü ve birkaç ay sonra da kuşatmayı tamamladı. Halep’te olanın bir benzeri Şam’da da oluyordu. Rejimin senelerce abluka altında tuttuğu yahut ateşkes uyguladığı bölgelerde muhalifler, orantısız rejim saldırıları sonucunda otobüslerle İdlib’e göçe zorlandı. Doğu Guta’da muhalifler arasında çıkan iç çatışma sonrasında bölgenin yarısı rejimin eline geçti. 5 yıl rejime direnen Derayya düştü. Bati Guta ve Şam’ın rejime direnen diğer mahalleleri de şu sıralarda boşaltılıp İdlib’e gönderilmekte.

(Fetih Ordusunun Halep kuşatmasını Güney’den kırması)

Aslında Halep, DAEŞ’in ortaya çıktığı o zaman muhaliflerden çıkmıştı. 3-0 yenilen bir takımın 90+3’te kazanma ihtimali kadardı o günden sonra Halep’in kazanması. Hatta bir mucizeydi ama her şeye rağmen muhalifler o günden sonra bir mucizeyi başararak direndiler, teslim olmadılar… DAEŞ fitnesi, kısmen atlatıldıktan sonra muhalifler tam olarak gerekeni yapıp aralarında birlik olamadılar. Çünkü Esed rejimine ve İran’a karşı doğal olarak dışarıdan yardım almak zorunda kalan kuzeydeki ÖSO grupları tam olarak bağımsız değillerdi ve bazı yerlerde Suriye direnişinin maslahatından öte dışardan dayatılan taleplere boyun eğmek zorunda kalıyorlardı. İlerleyen zamanlarda daha ılımlı bir görüntü vermek için Halep’in kuzeyinden birilerine göre ‘’radikal’’ unsurlar sayılan muhalifler çıkartıldı. Böylelikle alan “ılımlı’’ muhaliflere devredildi. Halep’in kontrolü için stratejik öneme sahip Kastello yolunu da Ilımlı muhalifler kontrol ediyordu ama Türkiye’nin Kilis sınırı Babusselam’dan Halep’e uzanan ‘devrimin kalesi’ olarak nitelendirilen Halep’e tek giriş-çıkış ve ikmal hattı olarak kullanılan Kastello yolunu ‘’Ilımlı’’ muhalifler koruyamadı ve PKK ile rejim bu alanı paylaşarak Halep yolunu kuzeyden kapattılar, böylelikle Tel Rifat PKK’nın kontrolüne; Kastello yolu da rejimin kontrolüne geçti. Halep muhasarada kaldı ve bugünkü duruma gelindi.

HALEP’İN BU HALE GELMESİNİN BAŞLICA SEBEPLERİ

Halep’in muhasaraya düşüp şu anda yaşanan duruma her ne kadar muhalif grupların taktiksel olmaması ve tecrübesizlikleri sebep olmuş olsa da asıl neden olarak şunları sıralayabiliriz:

(Rejim Nubbul Zehraya koridor açarak Azezle Halep’in bağlantısını kestiğini gösteren harita)

MUHALİFLER, RUSYA’YA KARŞI HİÇBİR YARDIM GÖREMEDİ

Rusya, uluslararası kamuoyunda kendisine alan oluşturmak ve Kırım meselesinden dolayı elindeki kartları güçlendirmek için Halep’e müdahil oldu. Hatta Putin Suriye’deki birliğine emir vererek “3-4 Hafta içinde Halep’i istiyorum.” dedi. Rusya, malum savaşı kazanmak için savaş kurallarını, sivil halkın dokunulmazlığını ve dünyadan gelebilecek tepkileri, BM’nin anlamsız kınamalarını önemsemiyor. Rus savaş taktiğinde “aralıksız olarak havadan, karadan ve denizden bombala, yıprat, yok et ve teslim al.” stratejisi var. Ruslara göre nasıl olsa “analar yeniden doğuracak” felsefesi var nitekim Karabağ’ın işgalinde, Grozni Savaş’ında, Güney Osetya ve en son da Kırım’ın ilhakında bu açıkça görüldü. Halep’teki muhalifler ise bu güce karşı ufak tefek destekten başka hiçbir yardım görmedi.

ABD, RUSYA VE İRAN ŞEYTAN ÜÇGENİ

Rusya, havadan aralıksız olarak Halep’i bombalarken İran ve Hizbullah dünyanın dört bir tarafından uçaklarla Şia militanlarını Halep’e taşıdı. Suriye, Obama yönetiminin sözde nükleer anlaşma numarasıyla Ortadoğu’daki kara gücü olarak gördüğü İran’ın elini rahatlattı. Iran destekli Şii teröristler Suriye’yi resmen istila etti.

RUSYA’NIN DESTEĞİ, AMERİKA’YA YARADI

ABD ile Rusya, Suriye’de ne kadar karşı karşıya görünseler de ABD, PYD’nin güçlenmesi, muhaliflerin kimliklerinin ve ideolojilerinin netleşmemesi vb. sebeplerle savaşın uzamasını istiyordu. Bu süreçte de rejim, muhaliflerin karşısında gittikçe eridiği bir zamanda Rusya’nın rejime verdiği muazzam destek(muhaliflere göre) ile aslında Rusya bir nevi Amerika’nın da eline oynamış oldu.

(Kestollu yolunun Kuzeyden kapanmadan en son hali)

MUHALİFLERİN SESSİZLİĞİ REJİMİN HALEP’E ODAKLANMASINI SAĞLADI

Suriye’nin diğer bölgelerindeki muhaliflerin sessizliği, özellikle Deraa, Kuneytra, Doğu Guta ve etrafında muhasara altında kaldıkları bölgelerde direnemediler, birleşemediler, ihtilafları çözemediler. Deraa ve Kuneytra’da son aylarda rejime karşı başlatılan sayısız saldırı, muhalif gruplar arasındaki anlaşmazlıklar sebebiyle iptal edildi. Bu şekilde rejim tüm askeri gücünü Halep’e odaklama imkânı buldu.

MUHALİFLER BİRLEŞMEDİKÇE SURİYE’DE ZAFERE ULAŞILMASI UZAK İHTİMAL

Bilindiği gibi Halep’in arka cephesi Türkiye olarak kabul ediliyordu; “Türkiye Halep’in düşmesine müsaade etmez. En azından uluslararası toplumu, Katar ve Suudi Arabistan ile beraber harekete geçirir.” beklentisi vardı ama DAEŞ’in ve PKK’nın Türkiye’ye karşı oluşturduğu terör tehdidi, Türkiye şehirlerinde patlatılan canlı bombalar ve Gaziantep’e her gün atılan roketler, Türkiye’yi doğal olarak kendi topraklarını ve halkını düşünmek zorunda bıraktı ve Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlattı. Dolayısıyla Halep, Türkiye için 2. planda kaldı. Bununla birlikte Halep’teki durum için Türkiye’yi suçlamak, kolaycılığa kaçan bir yaklaşım. Fırat Kalkanı’na katılan muhalifler Halep’te rejimle savaşmaya devam etse dahi durumun değişmesi oldukça küçük bir ihtimaldi. Muhaliflere savaşın seyrini değiştirecek silahlar verilmedikçe ve muhalifler ihtilaflarını çözerek birleşmedikçe Halep’te veya genel olarak Suriye’de zafere ulaşılması uzak bir ihtimal. Kaldı ki Fırat Kalkanı Harekâtı, Halep’te rejimin yakaladığı momentumu tersine çevirebilme fırsatı sunuyor. Türkiye’nin inisiyatifiyle başlatılan operasyon, harekât öncesi Azez hattında YPG ile DAEŞ arasında sıkışmış/erimiş olan muhalifleri bugün Halep’ten önceki son şehir ve Menbic ile Cerablus’u Halep’e bağlayan yol üzerinde olması sebebiyle de başka bir stratejik öneme sahip olan El Bab şehrini alma noktasına getirdi. El Bab’ın muhaliflerin kontrolüne geçerse, muhtemelen harekâtın bir sonraki hedefi YPG işgalindeki Menbic olacak. Menbic’ten YPG’nin çıkarılması durumunda, sayılarını her geçen gün arttıran Fırat Kalkanı grupları, geniş bir alanda hâkimiyet kurmuş olacak ve artık önlerinde rejimin Halep kuzeyindeki en büyük tahkimat alanı Şeyh Neccar’a yürümelerinin önünde bir engel kalmayacak. Yazının başında da bahsettiğimiz gibi, 2014-2015’te Halep kuzeyi ve doğusunu muhaliflerden ele geçiren DAEŞ’in, Halep’te rejimle 40 kilometreye uzanan bir cephe hattı olmasına karşın sürdürdüğü gizli ve fiili ateşkes sebebiyle, birbirlerine neredeyse kurşun atmayacak raddede olmaları neticesinde, rejimin DAEŞ ile olan cephe hattındaki askeri varlığı oldukça sınırlıydı. Binlerce savaşçısıyla Şeyh Neccar ve çevresindeki rejim kontrolündeki alanlara komşu olacak muhaliflerin, Halep’te rejimin dengesini bozması kaçınılmazdır. Rejimin El Bab’ı almaya yaklaşmış olan muhaliflere ve Türkiye’ye sorun çıkarmaya başlamasının nedeni de gerçekleşmesi olası bu durumdur.

MUHALİFLERİN ÜSTAKIL’A İHTİYACI VAR

Rusya ve İran muazzam askeri, siyasi, diplomasi ve propaganda gücü(muhaliflere göre) ile Esed rejimini tam manasıyla destekleyince, muhaliflerin bu devasa güç(kendilerine göre) karşısında kazanmak için mutlaka doğu bloğuna karşı, Dünya ile bir yerde anlaşıp destek alması gerekirdi. Ancak muhaliflerde bu diplomasiyi geliştirecek ne siyasi akıl, ne strateji ne de istek vardı.(Doğu bloğuna karşı muhaliflere gerçekten yardım edecek bir dünyanın varlığı da kendi içinde tartışma konusu)

(Fırat Kalkanı oparasyonu başlamadan önce Kuzeyde sıkışan ÖSO gurupları ve sonrası…)

Muhalifler asıl hedeften uzaklaştı

Muhalefeti oluşturan güçler, gereksiz ideolojik tartışma ve çatışmalarla, dışarıdan yönlendirme ve müdahalelerle, çok başlılıkla boğuşurken asıl hedeften uzaklaşıldı. ÖSO kurucusu Riyad Esed’in şaibeli bir şekilde komutanlıktan alınması dış müdahalelere, senelerdir devam eden akide tartışmaları ve bazı muhalif grupları mesnetsiz iddialarla Amerikancılık ve sahtecilikle suçlama kolaycılığı, diğer gereksiz ve zararlı tartışmalara örnektir. Rejimden kurtarılan bir avuç toprağı paylaşamayanlar, yârin kavgasını yapacak toprak bulamazlarsa kendilerinden daha büyük suçlu aramasınlar.

Son olarak belirtmek lazım ki Suriye’de bir avuç muhalefete karşı bütün siyasi kurallara aykırı şekilde doğu ve batının bir yerde birleşmesi, İran, başta Türkiye olmak üzere bütün İslam dünyası ile köprüleri atıp, Rusya’nın yanında Esed’i desteklemesi, Dünya’nın en güçlü ve organize örgütlerinden PKK ve Hizbullah’ın muhaliflere karşı amansız saldırıları, Esed uçakları tarafından öldürülen 600 bine yakın insana, milyonlarca mülteciye, yıkılan şehirlere rağmen Dünya’nın Esed rejimine anlamlı bir tepki vermemesi ve birçok güce karşı gerçek manada bir yerden destek alamayan muhaliflerin bu güne kadar direnmesi ve hâlâ ellerinde geniş bir toprak parçasının bulundurması da muhaliflerin olağan üstü bie mücadeleyi başardığı ve daha hiçbir şeyin tam olarak bitmediği anlamına gelmektedir…

NOT: Bu makaleye Ekrem Yılmaz katkı sunmuştur.

Editör: TE Bilisim