Hazırlayan: Mehmet Emin Saraç Anadolu İmam Hatip Lisesi Öğrencileri

Rüzgâr salıncağın her ileri geri gidişiyle hızlanıyordu, esintisine yağmuru karıştırması uzun sürmedi. Çocukla aramda oluşan buzlu cam yüzünden başımı pencereden iyice dışarı çıkarıp gözlerimi kısmak zorunda kaldım onu yeniden seçebilmek için. Hareket göremeyince gittiğini zannettim, rüzgâr kısa bir süre hafifleyince fark ettim ki oradaydı, ama yalnız değildi. İki yanında onunla konuşmaya çalışanlar vardı, o hâlâ sallanıyordu. Çocuğun dikkatini çekemediğini anlamış olacak ki biri zincirden tutarak salıncağı durdurmaya çalıştı. Bir o yana bir bu yana savrulan çocuk sendeledi. Durunca başını ellerinin arasına alıp kafasını kucağına gömdü saklanmak istercesine. Dikkatimi çocuktan biraz olsun ayırmadığım için yanındakilerin şekline şemailine bakmamıştım bile, devam eden fırtına da bunu hiç kolaylaştırmıyordu. Biri normal denebilecek boyda, diğeriyse acayip derecede uzundu. O zaman garip denilebilecek kadar uzun boylu olmasını kendi boyumun kısalığından herkesi uzun görmeme vermiştim, nerden bilebilirdim uzaylı olduğunu? Ertesi gün bütün dünyayı çalkalayacak gerçeği odamın penceresinden, dizi izler gibi izliyordum.

BİR UZAYLI VE BİR DÜNYALI

Tartışma bir süre sonra hedefini çocuktan çevirdi ve bu sefer ikisi atışmaya başladılar, elleriyle birbirlerini işaret ederlerken söylediklerinin öfkeyle dolup taştığını anlayabilmek için orda olmam gerekmiyordu. Ortamın ağırlığını onlardan metrelerce uzakta olmama rağmen hissediyordum, çocuğun sessizce başını önüne eğerek orada değilmiş gibi davranmayı seçmesinde hiçbir gariplik görmedim o yüzden. İki yetişkinin tartışmasında heyecan verici hiçbir şey yoktu, işleri bu değil miydi zaten? İşte tam böyle düşündüğüm için o gün çocuğun yanına gitmekte geç kalmıştım; evet, büyüklerin kavgaları can sıkıcıydı, ama bir uzaylı ve bir dünyalının çocuklarının hangi gezegende kalacağına karar vermek için ettikleri bir kavgadan daha heyecan vericisi olabilir miydi? Ne yazık ki uzaylılar arasında da olsa, anne- baba kavgalarının dışarıdan görünüşlerinde, ortamında ve ağırlığında değişen hiçbir unsur yoktu, bu evrenin bir kanunu olarak devam edeceğe benziyordu arada kalan çocuklar oldukça.

GÖKTEN O SİYAH ASANSÖRÜN İNMESİ

Yanındakilerin derdini umursamıyordum aşağı inerken ama çocuğun ikisi arasında öylece kalması içime oturmuştu. Birisinin kapıdan içeri girip onu başka bir dünyaya ışınlaması için dua eder ki ateş arasında kalmış çocuklar. Ben de onu ışınlayacaktım. Evde ne kadar renkli balon, baloncuk, uçurtma varsa hepsini toplayıp tıkıştırdım koltuk altıma, sırtıma montu aldığım gibi fırladım. Fırtına sakinleyeli birkaç dakika olmuştu ama ben memleketimi tanıyorsam üç dakika nefes aldırır aldırmaz tekrar başlardı rüzgâr ıslık çalmaya. Vaktimin darlığı ayaklarıma iyice gaz verdi. Dışarı çıktığım gibi parka koştum bir hışımla. Köşeyi dönünce aradığımı buldum. Tek bir sorun vardı: Çok geç kalmıştım. Parka varmamla gökten o siyah asansörün inmesi bir oldu. Ben hayal görmediğimden emin olmak için uğraşırken uzun boylu çoktan çocuğu kucağına almış, asansöre götürüyordu. Hâlâ vaktim vardı. Uçurtmayı gözüme kestirip ipini gevşetmeye başladım, elimden bıraktığım gibi rüzgâr sabırsızlıkla taşıdı onu gökyüzüne. İpe bütün gücümle asılıp kopmaması için dua etmekten çocuğu unutmuştum. İçimi dolduran heyecanın yerini hayal kırıklığı aldı başımı çevirdiğim anda.

SALINCAĞIN ÖNÜNDEN GEÇERKEN…

Kısa olan ağlıyordu, hıçkırıklarının sesi geliyordu kulağıma. Asansör geldiği hızla gökyüzüne dönerken arkadan kolları koparcasına el salladı. Saniyeler içinde kaybolup gitmesine rağmen gözlerimi gökyüzünden alamıyordum. Elimde bir sızı hissettim neden sonra, hâlâ sımsıkı tuttuğum bobini fark edince uçurtmayı hatırladım. Rüzgâr sakinlemişti; fırtına hiç olmamış, o çocuk karşımdaki salıncakta hiç sallanmamıştı sanki. Olanların gerçek olduğunun tek kanıtı parkın ortasında yüzü ellerine gömülü duran Kısa’ydı. Onu görseydiniz, sonsuza kadar oraya çivili kalacağını sanırdınız. Omuzlarını dikleştirip başını kaldıracağını, arkasını dönüp yürüyebileceğini hayal bile edemezdiniz ona bakınca. Ben de öyle düşünmüştüm, ama o yürümeye başladı hıçkırıkları yankılanırken. Salıncağın önünden geçerken durakladı, sonra zincirlere sıkı sıkı tutunarak çöktü içine. Islanmış suratını elleriyle silmeye çalışırken yüzünü kapkaranlık göğe çevirdi. Gözleri takılı kaldı uçurtmamın narin süzülüşünde; etrafında öten cırcır böceklerini duymadı, ne olduğuna bakmak için pencerelerine çıkan meraklı insanların garipseyen bakışlarını görmedi. Onu ışınlamıştım.

Zeynep Aslan / 10-G

***

UKTE

Bi kar tanesinin gölgesinde buldum seni,
İnce bi meltemin uğultusunda sesini…


Gözlerim denizi seyrederken sevgili,
Okyanusum saydığım küçük kahve gözlerini,
Limanım bildiğim sözlerini,
Seni, en çok da seni özledim sevgili


Şimdi neydi seni bana hatırlatan,
Soğuk kalbimde bi fırtına koparan,
Kalbimi hiçe sayan nefretim mi?
Yüreğimde ukte kalan özlemin mi?

Neyse işte sevgili…

Sevmek için yanmak değil de,
Da”yanmak” gerekiyo belki de,
Yanıp hiç olmak değil de,
Dayanıp hep olmak bi nefeste...

ZEHRA YÜCEL/10-G

*** 

YÛNUS

Bizim Yûnus, söyler sözü
İki çeşme iki gözü
Çileyle yoğrulur özü
Ya Rab bize de nasip eyle!

Yûnus der: ha bir varsın
Bu âlemde ha bir yoksun
Bıraktığın izin olsun
Ya Rab bize de nasip eyle!

Yûnus kalemi alır da
Titrer cihan her satırda
Aşk-ı ilahidir sadrında
Ya Rab bize de nasip eyle!

Yûnus der: benim o bülbül
Yanan kordandır savrulan kül
Rızandır umudum ey gül
Ya Rab bize de nasip eyle!

Yûnus’tur bir dertli dolap
Doldukça boşalır kap kap
Özlemidir onun: Çalap
Ya Rab bize de nasip eyle!

İnletir Yûnus’u derdi
Dertten doğan hoş bir sesti
Hak bunu ona bahşetti
Ya Rab bize de nasip eyle!

Çiledir meramı onun
Rıza var sonunda yolun
Senin sevgin kalbinde meskûn
Ya Rab bize de nasip eyle!

Derdi olan insandır Yûnus
Biz topraksak odur humus
Biz balıksak o okyanus
Ya Rab bize de nasip eyle!

Gönüldendir her mısrası
Değil câlî bir kıtası
Titrek bir kalem bizimkisi
Bu kulunun en içten duası
Ya Rab bize de nasip eyle...

BENGİSU SARI 10-G

***

KARANLIK

Islak gözlerin kimi arıyor küçük kız?
Korkuyor musun insanlardan?
Kimin için titriyor çenen?
Yine hangi mahlûk zulmediyor!
Bileklerini acıtmıyor mu zincirlerin,
Yoksa alıştın mı bu acıya?
Alışma küçük kız, alışma.
Alışırsan kaybedersin.
Kimse neden konuşmuyor?
Bu karanlıkta tek bir ışık bile yok mu?
Ağlamak yetiyor mu küçük kız,
Herkes gözyaşlarının dilinden anlıyor mu?
Sabah olacak küçük kız,
Elbet bir gün sabah olacak.
Ve güneş tekrar batana kadar,
Gözlerin de zincirlerin de parlayacak.

SILA AKÇAY - HAZIRLIK E

Editör: TE Bilisim