Hazırlayan: Abdurrahman Akbaş / İlahiyatçı-Yazar

Kur’an’da peygamber kıssaları yanında başka kıssalar da bulunmaktadır.

Bu kıssalardan biri dünya hayatına ve mala farklı açıdan bakan iki kişinin öyküsüdür.

Bu kişilerden biri dünya malından çok az bir şeye sahip fakir olan mümindir.

Diğer kişi ise, Yüce Allah’ın nadide iki üzüm bağı verdiği, bağlarının çevresini verimli hurma ağaçlarıyla donattığı ve ekinlikler vererek zengin yaptığı bahçe sahibidir.

Bu iki bağın arasından bir de nehir akıyordu.

Zamanla bahçe sahibinin büyük bir serveti oldu. Allah’ın lütfettiği bu bahçe herkesin sahip olmak istediği türdendi. Bahçe sahibi her yıl bu bahçelerden bolca olan ürünler alıp satmakta, serveti üzerine servetler eklemekteydi. Hayatın anlamı ona göre bu idi.

Bahçe sahibinin kimseye minneti de yoktu. Nimetlerin Allah izni, bilgisiyle verildiği, rızkı taksim edenin O olduğunu hiç aklına getirmiyordu. Her nasılsa bu bahçe sahibi, fakir bir müminle arkadaş olmuştu. Arada bir buluşuyorlardı.

Bir gün bu iki arkadaş bir vesileyle, beraber bahçeye gittiler. Bahçe sahibi, arkadaşına ne kadar zengin olduğunu ve onun malının azlığından, kendisinin ailesi ve çevresindeki insanların genişliğinden ve ona duydukları iltifattan bahsetti.

Arkadaşının itibar yönüyle de kendisinden düşük bir konumda olduğunu da gurur ve kibirle söyledi. Bahçesindeki ürünlerin güzelliği ve bolluğuna bakarak, cahilce ve nefsine yenik düşerek, “Bu bahçenin sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum.

Kıyametin de geleceğini, kopacağını da düşünmüyorum. Rabbime döndürülsem bile sahip olduklarım yüzünden bundan daha iyi bir sonuç bulurum.” dedi.

Günün Ayeti
“Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez.” (Nisâ, 4/36)

Fakir mümin arkadaşının böbürlenmesine, kendisini küçümsemesine aldırış etmeden, Müslüman olmanın verdiği özgüvenle hakikati şu şekilde haykırdı: “Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni eksiksiz güzel bir insan şeklinde yaratan Allah’ı inkâr mı ediyorsun? Fakat O Allah benim Rabbimdir.

Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam. Sen bağına girdiğinde ‘Her şey O dileyince, izin verince olur. Maşallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’, deseydin ya!.. Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsun, Yarın ne olacak belli olmaz.

Günün Hadisi
“Mümin güzel ahlakı sayesinde, gece ibadet edip, gündüz oruç tutan kimselerin derecesini elde eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 7)

Belki Rabbim bana, ileride senin bağından daha iyisini verir. Malına güveniyorsun ama senin mallarının üzerine Allah gökten bir afet indirir de bağın kupkuru kalarak ve çoraklaşır, bir yalçın bir toprak haline geliverir. Ya da suyu çekiliverir de bırak bir damla su bulmayı, o suya hasret kalırsın.

Artık su bulmaktan ümidini keser aramazsın bile” dedi. (Kehf Sûresi, 37-41) Sohbet burada bitti. Daha fazla sohbeti uzatmanın anlamı da yoktu. Arkadaşının söylemleri bahçe sahibini üzerinde hiçbir etki yapmadı. Hakikate gönlünü açmadı. Hayatın zenginlik neşe ve varlık içinde gideceğini düşündü. Aradan belirli zaman geçti. Arkadaşının dediği gibi bahçe sahibinin hiç beklemediği bir anda bahçesine bir afet geldi. Bütün serveti, gücü yok oldu. Bağlar için özenle yaptığı düzenek ve çardaklar yıkıldı.

Hâlbuki o, bağına ne kadar çok masraf yapmıştı. Bağına yaptığı harcamalar aklına geldi ve ellerini sıkıntıdan sıkmaya ve ovuşturarak bin bir pişmanlık içinde gerçeği gördü ve şöyle dedi: “Keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım. Malımın ve mülkümün Allah’ın bir ihsanı olduğunu unutmasaydım. Elimdeki varlığın gücüyle Allah’a karşı çıkmasaydım, isyan etmeseydim. Kudret ve gücün ondan olduğunu bilseydim.” (Kehf Sûresi,42) Artık iş işten geçmişti. Nimetler elden gitti. Kimse ona yardımcı olmadı.

Günün Duası
“Allah’ım! Nimetinin yok olmasından, sağlık ve âfiyetin bozulmasından, ansızın belaya uğramaktan ve her türlü gazabından Sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367

Yaptığı isyandan dolayı ilahi yardım da gelmedi. İçinde bulunduğu kötü durumdan çıkması da artık mümkün değildi. Zenginliği ve malı kalmayınca itibarı da bitti. Etrafında iyiliğini gören olmayınca acıyan ve elinden tutan olmadı. En yakınlarından başlayarak çevresinden herkes uzaklaştı. Son pişmanlık fayda vermedi. Sınavı kaybetti. Hayat Allah’ın bize sunduğu bir güzellik, nimettir.

Ayrıca dünya malı ve makamları karşısında nasıl tavır takınacağımız konusunda da bir imtihandır. Rabbimizi yok sayarak, varlığı yaratıp kendi haline bıraktığını düşünerek bir hayat yaşayamayız. Varlığın ve zenginliğin sahibi O’dur. Varlığı planlar, etkin bir şekilde yönetir, idare eder. Onun bilgi ve izni olmadan hayat akmaz.

Bu öykü bizlere bir ibrettir. Akıbet Onu Rab ve Hâmi edinenlerindir.

*** 

Bu durumda öldüğümde nerede olacağım?

Adamın biri Hz. Peygamber’e (sav) gelerek, “Yâ Resûlallah! Sadece bilinen ayda oruç tutacağım, daha fazla değil; sadece beş vakit namaz kılacağım, onun da fazlasını değil. Allah için sadaka verecek, hac yapacak, gönüllü hayır işlerine harcayacak kadar param zaten yok. Bu durumda öldüğümde nerede olacağım?” diye sordu.

Resûlullah (sav) gülümseyerek şöyle dedi: “Benimle olacaksın. Kalbini iki şeyden, kinden ve kıskançlıktan temiz tutarsan; dilini iki şeyden, yalandan ve gıybetten temiz tutarsan; gözünü iki şeyden, Allah’ın yasakladığına bakmaktan ve Müslümana küçümseyici gözlerle bakmaktan esirgersen, şu iki parmağım gibi benimle yan yana cennete gireceksin” buyurdu. (İyâ, IV,149).

***

Babam Ramazan içinde vefat etti orucu yarım kaldı fitresini ödemedi ne yapmalıyız?

Sadaka-i Fıtır, diğer adıyla fitre borcu oruç ve Zekât borçları Allaha karşı olan bir borçlardır. Bu borçlar öncelikle ödenmelidir. Müslümanın bu borçları vasiyet etmesi önemlidir. Bir kimse, üzerinde oruç borcu ve fitre borcu olduğu halde vefat etmiş ise ilk önce vasiyeti var mı ona bakılır. Vasiyeti var ise ve mirasçılarının rızası ile borçlardan sonra kalan mirasın üçte birinden bu borcu öderler. Vasiyet etmemesi halinde ise varisler dilerlerse onun borcunu ödeyebilirler, mirasçı durumunda olan evlat ve yakınları onun adına fidye vermek mecburiyetinde değildir. Fakat bir vefa ve ihsan anlayışıyla da ödemeleri uygun olur. Sevabı da ölen kişiye ulaşır.

Ölen Müslümanın tutamadığı Ramazan gibi farz orucu, adayıp da tutamadığı nezir oruçları ve nafile olarak başlayıp bozduğu, daha sonra tutamadığı vacip oruçlar için bir fidye bedeli esas alınır. Örnek on tutamadığı göz önüne alınır ise on günlük fitre bedeli şöyle hesaplanır. Bu yılkı fitre bedeli 28 lira olarak belirlenmiştir. Bu bedel ile gün sayısı çarpılır ve 280.00 (iki yüz seksen lira) fakire verilir. “Fidye” bir fakiri bir gün doyuracak şekilde yemek yedirmek veya onun bedelini vermektir. Bu da Ramazan’da verdiğimiz “fitre”dir. Oruç şahsi bir ibadet olduğu için, bir başkasının onun yerine oruç tutması caiz olmaz.

Hikmetli sözler
“Kalp sultandır ve onun orduları vardır. Sultan iyi olursa orduları da iyi olur. Sultan kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller kanatları, ayaklar postacılarıdır... Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur.” Ebû Hüreyre (ra)
Editör: TE Bilisim