Hazırlayan: Abdurrahman Akbaş / İlahiyatçı-Yazar

İblis, Allah adına yemin edip, yalan söyleyerek Hz. Âdem’i de cennet ve nimetlerinden mahrum etti. Hep birlikte cennetten yeryüzüne indiler. Yine haset durmadı. Bir insanın gözlerini, onu kardeş katili yapacak kadar bürüyüp kör etti. Kâbil ve Hâbil, Allah’a yaklaşmak için O’na birer kurban sundular. Ancak kurbanı kabul edilmeyen Kâbil, kardeşi Hâbil’i kıskandı, onu öldürdü. Yusuf’un kardeşlerinin duyduğu haset, yıllarca süren ayrılık, hasretlik ve hastalık getirdi.

Peki nedir bu haset? Başkasının sahip bulunduğu maddî manevi bir değerin onun elinden çıkmasını arzu etmek, ilâhî takdir ve taksime başkaldırmaktır. Açıkça Yüce Yaratıcıya isyandır. Haset imanı bozuyor. Haset, ateş olup iyilikleri, değerleri ve başta dini de yok ediyor. Hz. Peygamber (sav) hasedin bu yıkıcılığını şöyle ifade etmektedir: “Geçmiş toplumların hastalığı size de bulaştı: Haset ve kin beslemek! İşte bunlar, kökten yok edicidir. Saçı tıraş eder demiyorum, aksine dini kökünden kazıyıp yok eder…” (Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 56.)

GÜNÜN AYETİ
“Kolaylığı seç, iyi olanı emret, cahillere aldırma!” (A’râf Sûresi, 7/199)

Bir kimsenin yekdiğerinin imkânlarında, malında, mülkünde, mevki ve makamında gözü olması, toplumda emniyet ve güven duygusunu zedeliyor. “Onun yerine ben olmalıyım, benim daha çok malım olmalı, onun elindeki güç ve kudret imkân yok olmalı” düşüncesi terbiye edilmediğinde entrika ve ayak oyunlarına yol açarak, eldeki maddi ve manevi güç ve imkânların yok olmasına yol açıyor.

Daha ötesi haset, bireysellik düzeyinden çıkarak ve devletlerarasındaki iletişimi de olumsuz etkiliyor. Haset, küresel barışı da tehdit ediyor. Dünyayı bir ahtapot gibi sarıyor. Ateş çukurunun içinde insanlığı kavuruyor. Özellikle Müslümanlara dönük İslamofobik tavırlarda, haset başat bir rol oynuyor. Ehl-i kitabın ve münafıkların Müslümanlara karşı haset besleyerek kötü plan ve yapmalarının altında haset olduğunu Rabbimiz şöyle belirtiyor: “Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki hasetten ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler...” (Bakara, 2/109.) “Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân, 3/120)

Haset basite alındıkça düşmanlık duyguları körüklenecek ve bir gün eldeki nükleer güçler muhteris insanlar tarafından kullanılıp, insanlığın sonunu getirecektir.

Yıkımı çok şiddetli olan haset duygusu ile topyekûn dünya mücadele etmek durumundadır. Öncelikle kalpleri yüce ilahi değerlerle donatacak eğitim programları düzenlenmelidir. Diğerkâmlık, hoşgörü, rahmet ve iffet gibi değerlerler öğretimden ziyade pratik uygulamalarla çocuklarımıza aktarılmalıdır. Sevgili Peygamberimiz (sav) de kalpte olması gereken değerleri şöyle açıklamaktadır: “İnsanların hangisi daha fazilet erdem sahibidir?” diye soruldu. O da, “Temiz kalpli, doğru sözlü olan herkes.” cevabını vermiştir. Daha sonra sahâbîler, “(Yâ Resûlallah!) Doğru sözlü olanı biliyoruz. Peki, temiz kalpli olan kimdir?” diye sormuşlardır. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “O, kalbinde asla günah, taşkınlık, nefret, samimiyetsizlik ve haset olmayan takva sahibi, tertemiz insandır.” (İbn Mâce, Zühd, 24)

GÜNÜN HADİSİ
“Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Birbirinize sırt dönmeyin! Birbirinize kin tutmayın! Haset etmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!” (Müslim, Birr, 30)

Hayatı anlamlı kılan kalbi yönelişlerimizdir. Müslümanca ve erdem yüklü değerler ve tavırlar, kalpten başlar. Kalbini kaybeden fikrini, millet ve İslam’a olan aidiyetini yitirir. Kalbin meyli neye, nereye ise hayat oraya akmaktadır. Huzur için kalbimize akan haset, kin ve nefret duygularını güçlü irademiz ile izale edelim. Merhamet, diğerkâmlık duygularıyla kalbimizi tezyin edelim.

***

Hz Peygamber ve Ramazan günlüğü

Orucun güzel ahlakla bütünleşmesi

Sevgili Peygamberimiz (sav) Ramazan’da tutulan oruçların bir yorgunluk ve açlığa dönüşmemesi için orucun güzel ahlakla bütünleşmesini sık sık vurgulardı. Bunu destekleyen şöyle bir olay gerçekleşti. Allah Resûlü (sav) bir Medine sabahında yine ashâbıyla oturuyor, onlara İslam’ın yüce değerlerini anlatıyor, sorularını cevaplıyordu. Bir ara durdu ve “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam geliyor!” dedi, sahâbîler, ensardan bir zâtın geldiğini gördüler. Terliklerini eline almış sakalından, aldığı abdestin suyu damlayarak mescide geldi. Başka bir gün, Hz. Peygamber (sav) yine aynı şeyi söyledi: “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam geliyor!” Gelen, yine aynı şahıstı. Üçüncü gün de aynı olay tekrar etti. Hz. Peygamber (sav) o günkü sohbetini bitirip meclisten ayrılınca genç sahâbîlerden Abdullah b. Amr, Hz. Peygamber’in (sav) cennetlik olduğunu söylediği zâtın peşine düştü. Onu cennetlik yapan şeyi öğrenmek istiyordu. Fakat soruyu doğrudan, bu şekilde de soramazdı. Aklına bir çare geldi. Gidip o zâta, “Babamla tartıştık. Üç gün eve gitmeyeceğimi söyledim. Eğer uygun görürsen bu süre geçene kadar seninle kalabilir miyim?” dedi. Cennetlik sahâbî, Abdullah’ın bu teklifini kabul etti.

GÜNÜN DUASI
“Allah’ım! Kalplerimizi birleştir. Aramızı düzelt ve bize kurtuluş yollarını göster.” (Ebu Davud, Salat, 177, 178.)

Üçüncü gün sonunda Abdullah, bu süre boyunca o Medineli Müslüman’ın gece namazına kalktığını görmediğini, sabah namazına kadar uyuduğunu, sadece yatağında sağa sola dönerken Allah’ı zikrettiğini ve tekbir getirdiğini fark etti. O kişinin ibadetini küçümsedi. Peygamber’in (sav) üç gün boyunca onun hakkında cennetlik olduğunu ifade etti. Adama “Seni, cennetlik derecesine ulaştıran nedir?”, “Sadece gördüklerin." dedi sakince adam. Bu cevap üzerine yanından ayrıldı. Fakat çok uzaklaşmadan Onu geri çağırdı ve şöyle dedi: "Ancak bir şey daha var. Ben kalbimde hiçbir Müslüman’a karşı kin, nefret ve samimiyetsizlik bulundurmam ve Allah’ın kendisine ihsanda bulunduklarından dolayı hiç kimseye haset etmem.” Bunun üzerine Abdullah b. Amr “İşte seni yücelten bu! Bizim yapamadığımız da bu!” dedi. (İbn Hanbel, III, 166)

 ***

RAMAZAN İLMİHALİ

Alacağımın ne zaman geleceğini bilmediğimden zekâtını verecek miyim?

Başkalarının üzerinde olan ve nisap miktarına ulaşan alacaklar zekâta tabi olup olmama bakımından üç kısımdır:

1. Kuvvetli Alacak; Bunlar, borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedeli olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından inkâr edilmedikçe her yıl zekâtlarının ödenmesi gerekir. Önceki yıllara ait zekâtı verilmemiş ise, alacak tahsil edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekâtları da ödenir.

2. Orta Alacak; Ticaret için olmayan bir malın bedelinden olan alacaktır. Ev kirası borcu gibi.

3. Zayıf Alacak; bir malın bedeli karşılığı olmayan alacaktır. Kocanın karısına olan mehir borcu gibi.

İkinci ve üçüncü kısım alacakların geçmiş yıllara ait zekâtları gerekmez. Tahsil edilip üzerlerinden bir yıl geçince zekâtları verilir.

İnkâr edilen veya geri alınma ihtimali olmayan alacaklar için, alacaklının her yıl zekât vermesi gerekmez. Şâyet ümit kesilmiş bir alacak daha sonra ödenirse, tahsil edildikten sonra üzerinden yıl geçtikten sonra zekâtı gerekir; geçmiş yıllar için zekât gerekmez.

*** 

Hikmetli Söz

Bir şey istersen insandan isteme,

Verse minnettir, vermese zillettir.

Sen Allah'tan iste,

Verse nimettir, vermese hikmettir.

Hz. Mevlana

Editör: TE Bilisim