Prof. Dr. Ferhat Pirinççi

İsrail’in Filistin’deki şiddet dalgası kendisini bir kez daha Gazze, Kudüs ve Batı Şeria’da gösteriyor. Özellikle Gazze’ye yapılan ve yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği, binlercesinin de yaralandığı saldırılarla İsrail bir döngüyü daha gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu döngü, Filistin işgalinin ve bu işgalin ortaya çıkardığı bütün etkilerin üstünün örtülmesini ve konunun Gazze özeline indirgenmesini sağlayan bir stratejiye dayanıyor.

MEŞRUİYETİ ÖN PLANA ÇIKARAN FAKTÖRLER VAR

İsrail’in Filistin genelinde ve Gazze özelindeki saldırıları bu denli cüretkâr şekil-de gerçekleştirirken yapay bir şekilde inşa edilmiş “meşruiyet” unsuruna dayandığı görülüyor. Bu kurgunun sonucuna göre İsrail aslında Filistin’de işgalci değildir; barışçıl politikalar izle-meye çalışmaktadır ve gerçekleştirdiği bütün saldırılar savunma niteliklidir. İsrail’in kurulduğu günden bu yana Filistin’i adım adım işgal sürecinde ve uyguladığı saldırgan politikalarda sırtını dayadığı bu kurgusal “meşruiyetin” nedenlerine ilişkin çok sayıda faktöre yer verilebilir. Fakat bunlar arasında özellikle üç faktör ön plana çıkıyor: Antisemitizm (Yahudi karşıtlığı) tabusu, koşulsuz ABD desteği ve bölgesel dengeler.

Siyonist Lobi iş başında

İsrail’in Filistin’deki işgal politikasında bu denli cüretkâr davranmasında etkili olan ikinci faktör ise ABD’nin vermiş olduğu koşulsuz destek ve ABD’deki İsrail lobisinin etkisidir. İsrail kuruluş ilanından tam 11 dakika sonra ABD tarafından tanınarak en başından beri ABD’nin siyasal desteğini arkasına almıştır. Amerikan askerî desteği ise ilk aşamada dolaylı ve kademeli olarak başlamış, bölge ülkelerinden herhangi büyük bir tepki gelmeyeceğinin anlaşılması üzerine, 1967’den sonra bölgede “İsrail’in askeri üstünlüğü” ilkesi temel alınarak doğrudan ve yoğun bir şekilde verilmeye başlanmıştı. Amerikan yönetimlerinin bu tutumunda antisemitizm tabusunun yanı sıra şüphesiz İsrail lobisinin etkisi bulunuyor. Sadece yürüt-me üzerinde değil, Kongre ve Amerikan toplumunun neredeyse her kesimi üzerinde müessir olan bu etki öylesine büyük ki bırakın Filistinlilere destek açıklamasını, İsrail’e yönelen en küçük bir eleştiri dahi neredeyse en büyük günahlardan biri olarak değerlendirilmeye başlamış durumda. Bu tutum, siyasal alanın yanı sıra medya ve akademide de geçerli ve artık İsrail lobisinin eylemleri sonrasında değil, öncesinde de bir otosansür/otokontrol mekanizması olarak devrede bulunuyor.

İslamofobi’yi temel alan vicdansızlık

Başta son dönem gelişmeleri olmak üzere Filistin’in işgal süreci uluslararası toplumun gözü önünde açık bir şekilde gerçekleşirken, Batı ülkelerinden bırakın eleştiriyi, hızlı bir şekilde ve arka arkaya gelen İsrail’e destek açıklamaları, antisemitizm tabusunun hâlâ büyük ölçüde etkili bir şekilde devrede olduğunu gösteriyor. Antisemitizm tabusuna, son dönemde Avrupa ülkelerinde artan İslam karşıtlığı ve İslamofobi'nin de eklendiği söylenebilir. Sürekli tarafsızlık statüsünde olduğundan, normal şartlar altında siyasal angajmanlarında daha hassas davranması beklenen Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un başbakanlık binasına İsrail bayrağı çektirmesi, Çekya’nın Prag kalesindeki Avrupa Birliği (AB) bayrağını indirip yerine İsrail bayrağı çektirmesi veya Filistin’e destek açıklamaları yapan Avrupalı siyasetçilerin istifaya zorlanması gibi gelişmeleri ise antisemitizm tabusunun ötesinde düşünmek gerekir.

 Biden’ın kör ithamları

Biden yönetiminin son süreçte İsrail’e verdiği destek bununla da sınırlı kalmadı ve İsrail’in kurgusal “meşruiyetini” zedeleyecek gelişmelere karşı da ön almaya çalışıldı. Burada yine tanıdık bir yöntem devreye girdi: Antisemitizm yaftalaması. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’in işgal politikasını eleştiren ve Filistin’e destek veren söylemleri, Amerikan yönetimi tarafından “antisemitik olmakla” itham edildi. ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin önemli bir boyutunu ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) daimî üyesi olarak elinde tuttuğu veto kartı oluşturuyor. Geçmişte BMGK’nin İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngören başta 242 ve 338 sayılı kararları olmak üzere bazı önemli kararlarında veto kartını kullanmayan ABD, İsrail’in son saldırıları karşısında bırakın İsrail’i kınamayı, taraflara ateşkes çağrısı yapan ta-sarılara bile karşı çıktı. Bu bağlamda ABD’nin BMGK’de veto yetkisini en fazla kullandığı konuların İsrail’in işgal politikası ve Filistin’le ilgili olduğu da unutulmamalı.

Editör: TE Bilisim