Hazırlayan: Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi

Rasim Özdenören’in üslubunu sevenler, bu kitapta onun başlıca özelliklerini bir arada bulacaklar...

Hapsedilen özgürlük

Düşmana karşı mücadele vermiş olan kahramanımız, mücadelesi sonunda üzülenler arasındadır. Olanlar karşısında susup kendisini eve hapsetmiş ve gül yetiştirmeye başlamıştır. Elli yıla yakın dışarıdaki sosyal yaşam ile bağlarını kopartan Gül Yetiştiren Adam, eylemsizliği kendine bir çıkış yolu olarak seçmiştir. Bu durum kendilerini aldatanlara karşı bir savunma mekanizmasıdır. Çok güzel güller yetiştiren yaşlı adam elli yıl sonra torununun ısrarı ile dışarı çıkmıştır. Sokaktaki değişimi görünce şaşkınlığını gizleyememiştir. Eve kapanan birinin değişimin önüne geçemeyeceği gerçeğini de anlamıştır. Sabah namazını kılmak için camiye gittiğinde de caminin tıklım tıklım dolu olacağını sanmış ancak az bir cemaat ile karşılaşmıştır.

Namazdan sonra imamın da cübbesini çıkardığını görünce dayanamayarak cemaate bağırmaya başlamıştır. “Siz hangi millettensiniz?” diyen Gül Yetiştiren Adam’ı halkı kışkırttığı iddiasıyla hapse atmışlardır. Romanın ikinci bölümünde ise Sitare kocasını hastanede bırakarak Las Vegas’a eğlenceye gitmiştir. Burada kocasını aldatan Sitare, bir türlü mutluluğu bulamamış ve intihar etmiştir.

Yazar, Batı kültürünün toplumdaki etkisini (baskısını), kendi kültürümüzün unutulması, inanç dünyamızdaki olumsuzlarını karşılaştırmalar yaparak anlatıyor. Yazarın farklı üslubundan kaynaklanan karmaşık bir yapıya sahip. Bu karmaşıklık okumakta ve anlamakta zorluk çıkarsada okudukça bu karmaşıklığa alışıyor ve devamı geliyor. Güllerin içinde bir adam hayal kırıklıklarıyla baş başa. Ve tam 50 yıl boyunca. 50 yıl boyunca İnsanlara bulaşmadan bir taşra kasabasında tek uğraşınızın gül yetiştiriciliği olduğunuhayaledin.Kumar, içki, bozulmuş yaşamlar, yamalı sevgiler olmadan. Aldanışlar, aldatmacalar olmadan...

Modernleşmeye kapılmak!

Kahramanımız Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra geride bıraktığı ölülere, değişen dünya düzenindeki insanlara kırılarak böyle bir yalnızlık tercih ediyor.Hikâye daha çok kendini ani modernleştirmeye kaptırmış insanımızı anlatıyor. Hayatların, güvenlerin, sevmelerin bir örümcek ağına bağlı oluşları. Ta ki kahramanımız bir gün bizim dünyamıza gelmesine kadar.

‘’BAZI KELİMELER ÇOK GÜZEL’’

KELİMEMİZ: DÂSİTÂN
KÖKENİ: FARSÇA
ANLAMI: Destan, toplumu derinden etkileyen olayları anlatan kahramanlık şiirleri.

Tarık Körür

Düşünmek ve düşünce

Düşüncelerimizin en iyi aynası, yaşamlarımızın akışıdır. Insan, tefekkür ederek hayatını yaşarsa dünyada güzel anlar geçirmiş olur. Farkındaysanız tefekkür etmenin üzerine biraz gitmiş olabilirim fakat önceden dediğim gibi tefekkür ile düşünme arasında pek ihtilaf yoktur.

Düşünme deyince aklımıza gelen ilk şey nedir? Insanoğlu dünyaya teşrif ettiği andan itibaren mütemadiyen bir düşünme faaliyeti içerisindedir. Düşünmek insanın en zarurî ve vazgeçilmez özelliklerinden biridir. Işte, insana özgü olan bu faaliyet tarih boyunca her zaman merakı celbeden bir mefhum olmuştur. Sürekli düşündüğümüz, içinde olduğumuz şeyin nasıl gerçekleştiği; düşününce başa ne haller geldiği, eylem olup olmadığı gibi konuların yanı sıra düşünmenin mâhiyeti de sorgulanmış, tartışılmıştır.

Düşünmek mefhumuna Islâmî bir pencereden bakıldığında Kur’an-ı Kerim’de bu kavrama çokça vurgu yapıldığı görülür. Ayetlerde Allah, devamlı olarak insanları düşünmeye sevk etmiştir. Misal “… Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler…” Başını kaldırıp, gözünü semaya çevirip düşünen insan bir sonuca varır; Allah’ı hatırlar. Burada insan düşünmeye sevk edilirken aslında bir şeyleri idrak etmesi, bilmesi istenir. Zira bilmediği şeyleri düşünmeyerek, kendini sorgulamayarak eyleme geçmesine ne denir ki?

Tefekkür ibadettir

Düşünmek, insanı özgür kılar.” Bu anlamlı söz, düşünme hakkındaki fikirlerimi kâğıda dökmeye sevk eden bir sözdür. Düşünmek insana özgü, ferde ait bir faaliyettir. İnsan istediği zaman düşünür, istediği vakit de düşünmez. İstediği şeyi düşünür, istediği şeyi düşünmez. Düşünceler, insanları kölelikten hürriyete taşır. Eylemden önce arkada bir düşünce olması gerekir ki ona göre adımlarını atsın insan. Düşünme ile tefekkür arasında büyük bir fark yoktur aslında. Kendimce tefekkür, biraz daha içten, yani derin düşünmeye denir.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: “Tefekkür gibi ibadet yoktur.” Allah’ın bizlere vermiş olduğu nimetleri tefekkür etmesek(düşünmesek) değerini nasıl anlayacağız, nasıl hissedeceğiz? Bu sebeple Allah’ın yarattıkları üzerinde tefekkür etmeyi öğretelim. Bir düşünür der ki: “Tefekkür, sana iyi ve kötü fiillerini izhar eden bir aynadır.” Hulâsa şu ki; Düşüncelerimizin en iyi aynası, yaşamlarımızın akışıdır. İnsan, tefekkür ederek hayatını yaşarsa dünyada güzel anlar geçirmiş olur. Farkındaysanız tefekkür etmenin üzerine biraz gitmiş olabilirim fakat önceden dediğim gibi tefekkür ile düşünme arasında pek ihtilaf yoktur.

‘Batılılar bizim yerimize de düşünsünler!’

Şimdi de yaşadığımız dünyanın düşünme ile alakalı son vaziyetinden biraz bahsetmek isterim. Yazarken sizin de benimle düşünmenizi istirham ederim. Evvela İslam dünyasının düşünme ile ilgisinin hâli nedir sizce? Evvel zamanlarda büyük Müslümanların, karınca gibi çalışan devlerin, gece gündüz çalışıp uğraşanın yaratmış olduğu düşünceleri, icat etmiş olduğu icatları Batılılar onlardan alıp o düşüncenin üzerine bir düşünce ile ilave edip geliştirmedi mi? Ondan sonra da Batılılar gelip karşımıza geçer biz bu icatları icat ettik, sizin icat ettikleriniz nerededir? Peki ya şimdi biz bir Müslüman olarak bu kargaşanın neresindeyiz? Allah, bütün insanlara düşünmek için akıl nimetini vermiştir. Fakat insanların çoğu bu nimeti görüyor desem yalan olur, görmezlikten geliyordur.

Düşünmek istemeyen Müslüman der ki: “Gelsin Batılılar bizim yerimizde düşünsünler.” Onların icat ettikleri eşyaları biz de seve seve kullanalım. Bugün Batı medeniyeti ulaşmış olduğu noktaya aslında kendinden önceki Müslüman âlimlerinden almış olduğu bilgiyi tamamlayarak geldi. Yani anlayacağımız şu: Bilgi sadece Batı medeniyetine ait bir bilgi değildir. Müslümanlara aittir.

Müslümanlar 16. yüzyılın ortalarına kadar bilimde vesaire Avrupalılara nispetle daha ilerideydiler. Fakat Avrupalılar Müslümanlardan bilgiyi 10. yüzyılından itibaren aldılar. Bu alış merhalesi de tam 500 yıl sürdü. 17. yüzyılın başlarında Avrupalılar önderlik vaziyetine geçmiş oldu. Onlarda da üstünlük duygusu, böbürlenme merhalesi başladı tabi ki. Müslümanlar ise şu an geride kaldı. Bunu inkâr etmek mümkün değil, çünkü besbellidir. Belli bir asırdan sonra bizler düşünmeyi bir kenara bırakıp hayatımıza öyle devam ettik. Neden peki? Bizim yerimizde, kendimize yüklenmeden, kafamızı yormadan düşünecek olan var mı diye yoksa aklımızı zehirlenen teknolojiden uzak tutamadığımız için mi?

Aklını doğru ve adam akıllı kullan

İnsan düşünce ile görür ve duyar; Her şeyden istifade eden, her şeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir. Geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır. Düşünce olmasa; Geleceğe dair bir düşüncen veya bir hayalin yoksa hayatta kalmanın ehemmiyeti var mıdır? İnsan, artık şu hayattaki ondan istenen tek şey aklını doğru, adamakıllı olarak kullanmaya çalışmasıdır. İnsanları düşünmeye, yepyeni düşünceler yaratmaya ve en önemlisi olan düşündüklerini hayata geçirmelerine sevk etmemize zaruret ve lüzum vardır.

Obada Isam Alesa

Editör: TE Bilisim