Barış, istikrar, insani yardım, kalkınma, kaynakların adil paylaşımı ve eşitlik prensipleriyle özetlenebilecek olan Türkiye’nin  Afrika yaklaşımı dünyadaki birçok ülkeden farklılık gösteriyor.

Bu farklılığın bir yansıması olarak Afrikalı liderler tarafından sıcak bir şekilde karşılanan Türkiye, bu alanda siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik ilişkilere ivme kazandırmak amacıyla ilk adımını 1998 yılındaki “Afrika'ya Açılım Eylem Planı” ile atmayı denedi.

Bu adımı, hükümetin kararlı bir şekilde 2005’i “Afrika Yılı” ilan etmesi izledi.

İlişkiler birçok alanda ivme kazanırken Türkiye, 2008'de düzenlenen Afrika Birliği (AfB) zirvesinde bu kıtanın stratejik ortağı ilan edilirken aynı yıl İstanbul'da yapılan Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi'nin ardından, 2010'da da Afrika Stratejik Belgesi kabul edildi.

Türkiye 12 Nisan 2005 tarihinde Afrika Birliği’nde (AfB) gözlemci ülke statüsü kazandı ve 5 Mayıs 2005 tarihinde Addis Ababa büyükelçiliğimiz AfB nezdinde akredite edildi. Ayrıca, Ocak 2008’de Addis Ababa’da yapılan 10. AfB Zirvesi’nde alınan kararla, ülkemiz AfB’nin stratejik ortaklarından biri olarak ilan edildi. 2008 ve 2014 yıllarında Afrika-Türkiye zirveleri düzenlendi; üçüncü zirvenin ise 2021'de Türkiye’de gerçekleştirilmesi planlanıyor.

Türkiye, 2005'te başlattığı Afrika açılımı çerçevesinde bölge ülkeleriyle başta siyasi ilişkiler olmak üzere ticaret, yatırım, kültürel projeler, güvenlik ve askeri iş birliği gibi birçok alanda hızla ilerliyor.

Peki, yükselen kıta Afrika ile ekonomik ilişkiler ne seviyede?

Son 19 yılda, Türkiye ve Afrika ülkeleri arasındaki siyasi güven çok daha ileri seviyelere taşındı. 19 yıldan beri, Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ikili ticaret hacmi 4 kat arttı.

Öyle ki, Türkiye’nin Afrika ile ticaret hacmi 2003 yılında 5,3 milyar  dolar iken şu an 25 milyar doları aşmış durumda.

Türkiye’nin Afrika’daki yatırımları 7 milyar doları, Türk müteahhitler tarafından Afrika’da yürütülen projelerin değeri de 65 milyar doları geçti.

Ekonomi: Çin-Türkiye

2000’ler sonrasında ekonomik olarak dünyada daha fazla öne çıkan Çin ve Türkiye, artan ekonomik refahın ortaya çıkardığı yatırım imkânlarını, iki ülkeye gelecek vaat eden bir bölgeye; Afrika’ya yönlendirdi.

İki ülkenin Afrika ülkeleriyle dış ticaretine bakıldığında Çin-Afrika 205 milyar dolar, Türkiye-Afrika 25 milyar dolarlık bir hacme sahip.

Çin’in 360 milyar dolar düzeyinde olan Afrika yatırımları, Türkiye açısından 7 milyar dolarlık bir hacimde.

Ekonomik olarak iki ülkenin yatırım profilleri büyük farklılık gösterse de Afrika yatırımları Çin’in toplam yatırımlarının yüzde 18,5’ini oluştururken, Türkiye’nin toplam yurt dışı yatırımlarında yüzde 15’lik bir paya sahip.

Öte yandan Türkiye'nin Afrika ülkelerine Savunma Sanayii ihracatından da artış yaşanıyor. 

Son yıllarda, Afrika ülkelerine ile 4x4 taktik tekerlekli zırhlı araçlar ihraç edilmeye başlanmıştı. 2020'nin sonlarına doğru TUSAŞ, ANKA insansız hava aracının ( İHA) ilk ihracatını Tunus'a gerçekleştirdi.

Büyükelçilikler, TİKA, MAARİF Vakfı, Yunus Emre Enstitüsü, THY…

Türkiye'nin Afrika ile ilişkilerinin hızlanmasında büyükelçilik sayısının artırılması, önemli bir itici güç olarak göze çarpıyor.

Türkiye'nin Mayıs 2009'da 7'si Sahraaltı Afrika’da (SAA) olmak üzere Afrika'da toplam 12 büyükelçiliği bulunurken, halihazırda bu sayının 43'e yükselmesi dikkat çekiyor.

“Kazandır-Kazan”

Haliyle muhatapları Afrikalı devlet adamları da bunu demeçlerinde devamlı dile getiriyorlar. Türkiye’nin yaklaşımını ben bu son 15 yılda daha çok “kazandır-kazan” olarak okuyorum.

Burada kazandıran taraf öncelikle imkân sahiplerinin olmalı, yani Afrika dışından yatırım için gelen ülkeler. Bu anlamda ülkemizin giderek artan etkinliğinde alan elden çok veren el olma gayretidir. Dışarıdan gelenlere genelde tepkili olan Afrikalılar bizleri tanıdıkça daha yakın ve sıkı ilişkiler kurmaktalar. Eksiğimiz, hatamız mutlaka olacaktır. Önemli olan onları fark edip düzeltmektir.

Afrika’nın iki asırdır her türlü kaynağı Avrupalı sömürgecilerce tek taraflı kullanılıyordu, edilgen taraf hep kıta yerlileri oluyordu. Kazananlar ise daima dışarıdan gelerek ne bulurlarsa alıp gidenlerdi. Osmanlı mirasının belki de en hassas ölçüsü bu idi. Zira temel amaç kıtayı bitirmek değil, yaşatmaktı. Tabii ki bu devasa coğrafyada insanın mayasında sadakat ve yardımlaşma vardı. Kendisine uzanan dostça elleri binlerce yıldır geri çevirmedi. Türkiye’nin 15 yılda geldiği seviye aslında bu ilişki tarzını yeniden canlandırmak ve daha ilerilere götürmek şeklinde özetlenebilir.

Kaynak: TRT Haber Selami Kökçam 

Editör: TE Bilisim