Doç. Dr. Filiz Cicioğlu / Analiz - AA

Türkiye- Avrupa Birliği (AB) ilişkilerinde son dönemdeki gelişmeleri ve AB’nin kendi içindeki çatışma alanlarını AA Analiz için değerlendirdi: AB Komisyonu, 1998’den beri diğer aday ülkelere olduğu gibi 1999 Helsinki Zirvesi ile Birliğe aday ülke olarak gösterilen Türkiye’ye yönelik de ilerleme raporları yayınlıyor. Özellikle Türkiye-AB ilişkilerinin iyice gerildiği son 5 yıllık raporlarda, her değerlendirme bir öncekinden daha sert eleştirilere maruz kalıyor.

EKİM 2021 AB İLERLEME RAPORU’NUN MAHİYETİ

Geçen hafta yayınlanan raporda da Türkiye’nin göç ve sığınma politikası konusunda bir miktar ilerleme kaydettiği aktarılarak, 18 Mart 2016 tarihli AB-Türkiye Mutabakatı’nın sonuç vermeye devam ettiği vurgulandı. Raporda başta tutukluluk süreleri olmak üzere yargının işleyişi, bireysel özgürlükler, medeni ve siyasal haklar, kadın hakları, ifade ve basın özgürlüğü, seçim sistemi, kamu ihaleleri, sosyal politikalar, düzenleyici kurumların bağımsızlığı ve devlet yardımları gibi çeşitli konularda önemli eksikliklere vurgulanıyor. Raporda dikkati çeken en önemli konulardan biri de Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan olumsuzlukların tek sorumlusunun Türkiye gibi gösterilmesi ve aynı zamanda çözüm önerilerine dair bir yol haritasının sunulmamasıdır.

AB KRİZLERİ DEVAM EDİYOR

AB’nin krizler silsilesinde halen mücadele verdiği bir başka konu mülteci meselesi. ABD’nin Afganistan ve Irak operasyonlarını takip eden süreçte Avrupa ülkelerine yönelik başlayan mülteci akını, Arap Baharı sonrası dönemde iç savaş yaşanan Suriye’den kaçan ve kendilerine daha müreffeh bir hayat kurabilmek için AB ülkelerine sığınmaya çalışan insanların sınır ülkelerini zorlamasıyla devam etti. AB, mülteci krizinin yükünü Türkiye ile 2016’da yaptığı meşhur 18 Mart Mutabakatı sonrasında hafifletebildi.

AB’NİN YÜKSELEN YENİ TEHDİDİ: AŞIRI SAĞ

2008 ekonomik krizi ve mülteci sorununun etkileri başta olmak üzere pek çok faktör AB ülkelerindeki siyaseti de derinden etkiledi. AB, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri aşırılıklarla mücadele etmiş ve siyasette radikal unsurları geri plana atmayı başarmıştı. Son dönemde ise Birliğin önemli ülkeleri aşırı sağ partilerin yükselişine tanık oluyor. Bu partilerin ortak özelliği, ülkelerini önce avrodan ardından AB’den çıkarmak istemeleri ve ülkelerinde mülteci barındırmak istemeyen faşist politikaları.

KRİZLER GENİŞLEME POLİTİKASININ ETKİSİ

AB’nin 2000’li yıllarda yaşadığı bu krizlerde, genişleme politikasının payı büyük. Soğuk Savaş’ın bitişini takip eden dönemde bağımsızlıklarını kazanan ülkeler AB’nin izlediği siyaset gereği 2004 yılından itibaren AB üyesi oldular ve Birliğin üye sayısı 2 katına çıktı. Üstelik bu ülkelerin Soğuk Savaş süresince Doğu Blok’una mensup olmaları, AB’ye uyumunu zorlaştırdı. Bu adaptasyon sorunları özellikle Polonya, Macaristan, Çekya gibi ülkelerde ciddi krizlere sebebiyet verdi. Polonya ile yakın dönemde de devam eden hukukun üstünlüğü sorunu, AB’nin geçen hafta toplanan Liderler Zirvesi’ne de damga vurdu. Polonya, yürürlüğe soktuğu yargı reformu ve medya yasaları nedeniyle de yıllardır AB’nin sert eleştirilerine hedef oluyordu.

Tüm bu anlatılanlar gösteriyor ki AB yaklaşık 20 yıldır krizlerle boğuşuyor. Üye sayısı arttıkça krizlerle mücadele konusundaki kararlılığı giderek zayıflıyor. Böyle bir ortamda en büyük sorunlarından olan mülteci meselesini çözme konusunda kendisine destek sağlayan Türkiye’ye tek yanlı eleştiriler yöneltmesi ve sorunlarda kendinden kaynaklanan eksiklikleri göz ardı etmesi ise karşılıklılık ilkesine aykırı bir tutumdur.

Editör: TE Bilisim