Mükelleflerin zekât mükellefiyetini yerine getirmesinin ardından gelirlerinden kalan kısmını tüketim harcamasında kullanması, bundan geriye kalan kısmını tasarrufa ayırması söz konusudur. Ama İslâm iktisadî esasları doğrultusunda kazanılan gelirin iddihâr edilmesi yani ilgili mükelleflerin elde ettiği gelirini tasarruf ederek üretim sürecinin dışında tutması yasaktır.

Ey iman edenler! Bilin ki Yahudi din bilginlerinin ve Hıristiyan din adamlarının birçoğu halkın mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele! O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı!( Tevbe Suresi, 34-35. Ayet)

Tevbe Suresi’nin 34 ve 35. ayeti doğrultusunda Yahudi din âlimlerinin ve hıristiyan din adamlarının temel mübâdele aracını yani semeniyeti (altın ve gümüşü) stoklayarak iktisadî hayatı durağanlaştırdıklarından böylece nihayetinde toplumun bazı mahrumiyetlere mâruz kalmasına sebep olduklarından acıklı bir azaba çarptırılacağı anlatılmaktadır. Bu husus İslâm’ın iktisadî esaslarının, elde edilen gelirin üretim sürecinin dışında tutulmasını yani iddihârı engellediğini göstermektedir.

İslâm iktisadî esaslarının bağlamında, ilgili mükelleflerin kazandıkları geliri üretim sürecinin dışında tutmasını yani gelirini iddihâr etmesini engelleyen en önemli gerçeklik zekât müessesesinin varlığıdır. Başka bir deyişle ilgili mükelleflerin zekât mükellefiyeti bulunması, onların gerçekçi davranmasına böylece kazandığını iddihâr etmeksizin üretim sürecinin içerisinde tutmasına nihayetinde İslâm’ın bir gereğini yerine getirmesine vesile olmaktadır.

Mükelleflerin elde ettiği gelirin içerisinden kendilerinin ve sahip oldukları malların gerekli olan şartlara haiz olması durumunda zekât ödemesine yönelik mükellefiyetlerinin bulunması, üzerinden bir yıl geçtikten sonra söz konusu tasarrufların her yıl %2,50’lik kısmının zekât olarak ödenmesini gerektireceğinden bu durum söz konusu olan tasarruflarının erimesine yol açacaktır.

Böyle bir durumla karşılaşmak istemeyen ilgili mükellefler gerçekçi davranacak, kazandığını iddihâr etmeden üretim sürecinin içerisinde tutmaya böylece ticaret yapmaya yönelecektir.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sas.) bir Hadis-i Şerifi’nde bu konuya yetimlerin mallarının üzerinden değinmiş, yetim sermayesi ile ticaret yapınız ki, zekât onu tüketmesin (Mâlik, Zekât, 12) buyurarak zekât müessesesi tarafından yetimlerin mallarının aşınmaması için, tasarrufların yatırım harcamasında kullanılarak ticaret yapılmasını emretmiştir

Mükelleflerin, ticarî faaliyetlerini kendi teşebbüsü üzerinden yürütme imkânı bulunduğu gibi şirket kurarak veya yatırım vekâlet akdi teşkil ederek yürütme imkânı vardır.

İslâm amelî esasları kapsamında vekâlet akdi bir mükellefin diğer mükellefe kendisi adına hukukî işlem yapma yetkisi vermesini ifade etmektedir. Vekâlet akdi kapsamında hukukî işlem yapma yetkisi veren tarafa müvekkil, yetki alan tarafa vekîl, yerilen yetkiye (tevdi edilen işe) müvekkelün-bih ve vekil kılmaya tevkîl denir. Vekâlet akdine Kur’ân-ı Kerîm’de dolaylı, Sünnet’te ise doğrudan değinilmektedir. Vekîl kabulünün sarih olması gerekmez zira zımnî olarak da yapılabilir.