İsrail güvenlik güçlerinin son dönemdeki Mescid-i Aksa baskınları Filistin hükümetini Birleşmiş Milletler nezdinde talepte bulunmaya ve İsrail üzerine baskı yapmaya yöneltti.

Özellikle fanatik Yahudilerin İsrail bayrağı açarak kutsal topraklarda gerginliği tırmandırmaları ve tahrik edici yaklaşımlarını sürdürmeleri bölgede yeni çatışmaları beslemeye devam ediyor.  

Geçtiğimiz hafta Yahudilerin “İsrail’in Bağımsızlık Günü” kutlamalarında bir saldırı gerçekleşti ve üç kişi hayatını kaybetti. Hem İsrail hem de Filistin hükümetlerinin kınadıkları saldırının failleri aranıyor.  

El-Halil’in Mesafir Yatta bölgesi için İsrail’e bağlı Kudüs Yüksek Mahkemesi’nin Yahudiler lehine vermiş olduğu karar da tepkiyle karşılandı. AB, bölgedeki insanların tahliyesinin hukuka aykırı olduğunu açıklarken, BM ise Filistinlilerin korumasız şekilde yerlerinden edilme ile karşı karşıya kaldıklarını aktardı. Uluslararası toplum hukuksuzluğa atıfta bulunmakla yetinirken bölgedeki çatışma fay hatları genişliyor.  

Gelinen noktada bir taraftan Ortodoks Yahudilerin yoğun olarak yaşadığı Elad şehrinde saldırılar gerçekleşiyor, diğer taraftan Filistinlilerin ibadet ettiği Mescid-i Aksa’ya aşırı gruplar İsrail güvenlik güçleri eşliğinde tacizlerde bulunuyor. Şiddet dinmiyor.

Tarihin sayfasından…

Birinci Dünya Savaşı öncesi Siyonist hareket Filistin’de Araplar için bir tehdit olarak görüldüyse de Balfour Deklarasyonu yeni bir durum ortaya çıkardı. Deklarasyon, Filistin’de Yahudi halkı için ulusal bir yuvanın kurulmasını onayladı ve Filistin’in tamamına Yahudi göçünü teşvik etti. 1917’de nüfusun sadece yüzde 6’sı olarak küçük bir azınlık görünümündeki “Yahudi halkı” İngilizler tarafından ulusal bir halk olarak nitelendirildi.(1)

İngilizlerin Filistin’e ilgisi farklı boyutlarda önem arz etmekteydi. Filistin’in bulunduğu coğrafya özellikle İngiltere’nin Hindistan gibi sömürgelerine ulaşmak açısından kritik role sahipti. Ayrıca İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı teyakkuzda olabilmek için de Filistin’i önemsemekteydi. Fakat İngiltere’nin hedefleri doğrultusundaki çıkarları için Yahudi ve Hıristiyan nüfus yeterli sayıya sahip değildi.(2) Bunun için bölgeye göçler organize edildi. Filistin’e Yahudi göçleri, uzun soluklu bir programla yürütülen nüfusu değiştirme ve dönüştürme hareketlerinin devrede olduğu bir stratejinin sonucuydu.

Böylelikle Yahudiler bölgede yeni topraklar alarak mülkiyetlerini Arapların aleyhine genişletmeye başladı. Yahudilere karşı siyasi ve ekonomik durumları günden güne zayıflayan Araplar, hem İngiliz yönetimine hem de Yahudilere karşı tepkilerini ortaya koymaya başladılar. Eylül 1920’de 16.500 Yahudi’nin göçüne onay verilmesi Araplar arasındaki Yahudi düşmanlığını perçinlemiş, Mayıs 1921’de Kudüs’te büyük bir ayaklanmaya neden olmuştu. Arapların 1921 Mayıs’ında Yafa’da Yahudilere ve Yahudi yerleşim birimlerine yaptıkları saldırılarda 47 Yahudi ve 48 Arap hayatını kaybetmişti.(3)    

Kaynakça

1. Rashid Khalidi, The Hundred Years’ War on Palestine, Metropolitan Books, 2020, s. 20.

2. Laura Robson, “Church, State, and the Holy Land: British Protestant Approaches to Imperial Policy in Palestine, 1917-1948”, The Journal of Imperial and Commonwealth History, C. 39, S. 3, s. 459.  

3. Celil Bozkurt, “Filistin Sorunu ve İlk Arap-Yahudi Çatışmalarının Türk Basınındaki Yankıları (1929-1939)”, The Journal of Academic Social Science Studies, Y. 5, S. 8, (Aralık 2012), s. 268.