-Bazı meseleler var ki; “hakikat” olduğunu ispat için hayli düşünmen, kafa yorman gerekir. Âcizane ben de buna benzer meseleler hatırıma geldikçe, “nota” suretinde kaydetmeye gayret gösteriyorum. Aksi takdirde, beynini çatlatsan da; o hakikatleri izah için gerekli cümleleri bulamıyorsun. Bugün, o notlarımdan bir kısmını sizlerle paylaşmak isterim.

*
KABİL-İ HİTAP OLMAYANLAR

-Dünyanın en zor işlerinden biri, “alık” insanlarla muhatap olmaktır. Ne anlatırsan anlat, anlamıyor-anlayamıyor. Beyinlerini, beylerinin “kesesine” teslim etmiş, bir daha kullanma ihtiyacı hissetmemiş kişilerden bahsediyorum. Beylerinin “papağanı” olarak yaşamak yetiyor onlara. Nasıl “tasarlanmış” veya “kurgulanmışlarsa”; o şekilde konuşuyorlar. Bunları görünce, Hazreti Musa’nın (a.s) endişe etiği gibi diyorum ki: “Ya rabbi, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin?

Mamafih; bu tip insanlara laf anlatmanın zorluğunu ve muhatap olmamanın doğruluğunu Ziya Paşa şu şekilde ifade eder: “Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş, tazyî-i nefes eyleme tebdil-i makam et.” yani “Bir yerde sözüne söylediğine itibar eden yok ise, orada daha fazla nefes tüketmek yerine, yerini değiştir.
*
OKUDUĞU KİTABI ANLAMAYANLAR!

-Geçtiğimiz günlerde Risale-i Nur okuduğunu iddia eden bir kişiye, “Şeair-i İslamiyeden” bahsedince, “şiddetli” ve “orantısız” bir tepkiyle bana nasihatte bulundu (!). “Biz iman vazifesiyle muvazzafız” diyerek de, “cehaletini” kamufle etmeye çalıştı. Ben de Risale- Nur programının arama motoruna “Şeair-i İslamiye” diye yazınca, alt alta çıkan sonuçlar karşısında; “balonun sönüşü” gibi “ufaldığına” şahit oldum. Sanki Şeair-i İslamiye, imandan değil. Bilakis imanın ta kendisidir.

Bu nasıl okumak?” bir türlü anlamıyorum. Hem zaman ayırıp kitap okuyorsun, hem de okuduğunu anlamaya gayret göstermiyorsun. Böylelerinin durumu ayetin işaretiyle “Üzeri toprakla örtülü kaygan bir kaya”ya benzer. Sağanak yağınca, kaya çırılçıplak ortaya çıkar. Onlar, yaptıklarından hiçbir şey elde edemezler. Kaldı ki Bediüzzaman hazretleri o günkü konjonktürde, devletin en tepesinde bulunan Mustafa Kemal’e, yüzlerce mebusun huzurunda, “şeair-i İslamiyeyi” anlatmış ve tatbikini tavsiye etmiştir.
*
ASRIN MÜSEYLİME-İ KEZZABLARI…
-Bana “Hangi cemaattensin?” diye sorduklarında “Cami cemaati” diyerek cevap veriyorum. Bazıları bu cevabımı “politik” bir cevap zannederek “müdârâ” yaptığımı zannediyor. Ben de haliyle şöyle bir izahta bulunuyorum: “Arkadaş, aynı anda ve aynı mekanda “cemaatle namaz kılındığında”, ikinci bir cemaat olmaz. Çünkü bu “ihtilafa” sebebiyet verir ve “caiz” de değildir. Binaenalyh cemaatimiz birdir. Kurucusu Muhammed-i Arabidir (a.s.m). Toplanma yerlerimiz camiler, tüzüğümüz günde beş defa okunan Ezan-ı Şerif’tir. O tüzüğün muhteviyatı ise, günde beş vakit namaz, haftada bir Cuma ve senede iki defa kılınan bayram namazlarıdır. Haşa “Peygamberimizden sonra Peygamber mi geldi?” de bazı “nadanlar” ikinci bir cemaat kurarak, ümmeti “dar” caddelere davet ediyor. Davet, ezandaki davettir. Bunun aksini iddia edenler ve harici cemaatlere davet edenler, asrın “Müseyleme-i Kezzab”larıdır.

Selam ve dua ile…
Fiemanillah…