Ailenin en verimli ürünü çocuklarımızdır, belli bir süre sonra aile çocuklar için varlığını daha güçlü sürdürmek zorunda kalır. Çocuklarımızı her yönüyle hem maddi hem de manevi yönden en iyi biçimde yetiştirmeliyiz. Ama bunun için önce anne babalar olarak kendimizi iyi yetiştirmemiz lazım. Bugün sınırlı bir düzeyde de olsa hızı giderek artan bir biçimde çocuklarımız kanaatkâr bir kişilik yapısından uzaklaşıyor, her şeyi elde etse de doyum elde edemiyor. Evet onları en iyi okullarda okutalım, en iyi eğitimi almalarına gayret edelim. Ama unutmayalım ki evde talim ve terbiye devam etmezse onları en iyi kolejlerde okutmak, her eksiğini gidermek, konforlu bir yaşam tarzı sunmaya çalışmak onların kişilik ve karakterine tam olarak istenen katkıyı sunmaz. Hep daha fazlasını, lüksünü isteme eğilimi ortaya çıkar. Sonuçta kendisine verilen hediyenin markasına bakarak mutlu olan ve beğenmediği hediyeyi geri veren çocuklar ve ergenler toplumda çoğalır.

Ülkemizin ve insanlarımızın maddi refahı ve sosyal koşulları önceki kuşaklarla kıyaslanamayacak kadar iyi bir durumda. Aynı zamanda bir toplumun dinamosu olan kadınların sosyal hakları da tam anlamıyla istenen noktada olmamakla birlikte daha iyi noktalar gidiyor. Eksikliklerin muhakkak giderilmesi lazım. Malumunuz çok değil 10 yıl önce kendisini dindar ve muhafazakâr olarak gören hanım kardeşlerimiz dinlerine uygun bir kıyafetle kamuda veya özel sektörde çalışamaz durumda idi. Ancak hizmet sektöründe ve düşük statülü işlerde çalışmalarına izin verilirdi. Çok şükür bu eksiklikler ve haksızlıklar da giderildi. Zamanla ülkemizde hem kadınlar hem de erkekler istedikleri işler de çalışmaya başladılar. Bütün bunlarla birlikte, kadınların hızla çalışma hayatına girmesine rağmen bu noktada yani çalışan annelere yönelik politikalar da ciddi düzenlemeler gerekmektedir. Hem çalışma hayatına hem de aile hayatına adapte olabilmek mutlu bir yuva için gerekli olsa da ikisini bir arada yürütebilmek oldukça zordur ancak gereklidir.

Çocuklarını çok küçük yaşlarda bakıcılara, kreşlere ve yuvalara bırakmak zorunda çalışan annelerin sayısı giderek artıyor. Bağlanma kuramcıları anne ile bebeğin en az iki üç yaşlarına annesiyle ve de babasıyla mutlu bir şekilde evinde yetişmesi gerektiğini savunuyor. Zira bakıcı ve büyük ebeveynler annelik ve babalık görevlerini, bebeğin anne ve babası gibi işlevsel olarak yerine getiremez. Artık Batıda insan bakımevleri sayısı giderek artmaktadır. Alt katında bebeklerin üst katlarında ise yaşlıların bakım gördüğü kurumlar göze çarpmaktadır.

Ayrıca hem kadın hem de erkek bireylerin ve ebeveynlerin hayattaki tek anlamın “ekonomik özgürlük”, “kariyer yapmak” ve “ayaklarının üstüne basmak” olmadığını anlamaları gerekmektedir. Aile ve yuvayı, çocuk sahibi olmayı önemseyen yaklaşımlar geliştirmek zaruridir. Evlilik yaşı giderek gecikiyor, yaş ilerledikçe insanlar aile ve çocukla ilgili sorumlulukları ciddi bir külfet olarak görebiliyor, ebeveyn olmak zor gelebiliyor ve “çocuk sahibi olmaya hazır” hissedemiyor. Sonuçta psikolojik anne babalık dönemi için geç kalınmış olunuyor. Günümüzde evlilik yaşı ortalaması 29 olarak belirlenmiştir. Batılı ülkelerde özellikle de İskandinav ülkelerinde erken yaşta yani genç yetişkinlik döneminde evlilik teşvik edilmekte, annelerin ilk yıllarda bebekleriyle birlikte olmaları sağlanmakta ve çocuklar için maddi destekler giderek artmaktadır. Buna rağmen artık bu ülkelerde evlilik gençler tarafından tercih edilmemektedir, bunun yerine alternatif birlikte yaşama biçimleri yoğun biçimde gözlenmektedir.

Günümüzde acizlik içeren bir sözcük dağarcığını toplum olarak benimsemiş vaziyetteyiz. Toplumsal olarak daha kırılgan olan bir insan modeli yetişiyor sanki.  Anne babalar ebeveynlik görev ve sorumluluklarını kimseye devretmemeli,  çocuğunu en az bir psikolog bir pedagog kadar tanımalıdır. Benzer biçimde eşler, evlilik yolunda yaşadıkları küçük sorunları psikolog ofislerine taşımamalı, bunun yerine birbirlerini anlama ve dinleme yoluna gitmelidir. Sözcüklerimiz de acizlik içeren bir örüntü de gelişiyor, gençler birbirine “depresyondayım, panik atağım var” gibi ifadeleri çok rahat kullanıyor. Unutulmamalıdır ki ne konuşulur ise o üretilir, sözcükler düşünceleri, düşünceler duyguları, duygular davranışları, davranışlar alışkanlıkları, alışkanlıklar tutumları, tutumlar da yaşam tarzını oluşturur. Yaşam tarzı da bir kez oluştu mu artık insan ona göre sözcük üretir.

Selametle…