Şu ‘’sürtük’’ meselesini kaşıma taraftarı değildim ama mevzudan kahramanlık çıkaran sahtekârların yüzsüz tavırlarına tahammül edemedim.

Her şeyden önce şunu belirteyim:

Reis-i Cumhur, bütünüyle Gezi vandalizmine ortak olan toplulukları hedef almadı. Kurduğu cümle gayet netti. Camileri bira şişeleriyle kirletip, kutsala saygı duymayan şuursuzlar için o ifadeyi kullandı. Tabii ki de fondaş medya klasikleşmiş maharetini gösterdi ve gazeteci kılıflı etki ajanlarının provokasyonlarıyla çapulcu zihniyete gaz verdi.

Zamanında, sokaklara çıkıp bağıra bağıra Erdoğan’ın merhum annesi ve hanımına küfredenleri alkışlıyorlardı ama, orası ayrı!

Gezi’de ne olduğunu kısaca hatırlayalım:

Soros vakıflarının etkin faaliyetleriyle beraber Avrupa Birliği ve Amerika tarafından finansal destek sağlanan protestolar, Öcalan’ın ‘’selam’’ durması ve PKK’lı teröristlerin bölgede kışkırtıcı faaliyetlerde bulunmasıyla bambaşka boyutlara ulaştı. Meydana sözde KCK bayrakları asıldı. Yüzlerce güvenlik görevlisi ve eylemci yaralanırken bir polisimizi şehit verdik. Yedi sivil vatandaş hayatını kaybetti.

AA verilerine göre; İstanbul'da başlayan ve ülke geneline yayılan olaylarda 46 kamu binası, 231 polis aracı ve 44 ambulans kullanılmaz hale geldi. Ayrıca 326 iş yeri, 201 araç tahrip edildi, 80 belediye otobüsü ve 85 otobüs durağı yakıldı.

İstanbul ve Ankara’nın dışında pek çok şehirde kundaklama olayları yaşandı. Yüzlerce sivil araç yakılıp parçalandı. Dükkânlar talan edildi. Güvenlik güçlerine linç girişimleri yapıldı. Türkiye’nin dört bir yanında esnaf kepenk kapatmak zorunda kaldı.

BBC, Reuters, AFP, Deutche Welle gibi yayın organlarının başı çektiği Batı medyası; dünyada örneği olmayacak bir çalışkanlık(!), bir teveccüh(!) göstererek günlerce 24 saat canlı yayın yaptı. Lokal medya, bıkmadan yalan haber pompaladı. Dijital mecralarda önüne geçilemeyen iftira bombardımanları yaşandı.

Putperest ayinlere, salak salak ‘’duran adam’’lara, tencere tava kakofonilerine şahit olduk.

Zaten, çadırları ateşe verdirerek güdümlü kalabalıkları kışkırtan FETÖ firarisi de (dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı) hapis cezası aldı.

Velhasıl, ‘’ağaç’’ bahanesiyle piyasaya salınan ve on yıldır utanmadan ‘’masum’’ bir protesto gibi yansıtılan bu ‘’işgal’’ girişiminin Türkiye’ye maliyeti 164 milyar dolar civarındaydı.

Gezi kitlesi, her şeye rağmen, muhtemel bir CHP hükümetinin sittin sene yapamayacağı devasa ‘’Atatürk Kültür Merkezi’’ ile ödüllendirildi.

Bugün bize ahlaktan, hoşgörüden dem vuran Kemal Kılıçdaroğlu ve emrindeki CHP’liler, o zamanın HDPKK’sı olan BDP ile birlikte, Gezi vandalizmi boyunca devleti destekleyenlere karşı tehdit ve tahrik edici nutuklar çekti. Bugün bile bilfiil yaşadığımız 28 Şubat karanlığı o sıralarda iyice hortladı ve kaostan uzak duran vatandaş sözlü hatta fiziki tacizlere maruz kaldı. Mevzuyla alakasız gözükse de(!) başörtüsü düşmanlığı sokaklara taştı.  Nitekim o dönemde anneme yapılan saldırıları bizzat tecrübe ettim. Ne yaşadığımı ben biliyorum.

Binaenaleyh ‘’sürtük’’ tabiri; dinime, vatanıma, mahremime ve yüksek devlet ideallerime savaş açan hain orduları için hafif kaçar. İşin ‘’bana göre’’si bu.

Protesto serlevhalı işgal eylemlerinde dönen fuhuş ortamlarını bir kenara atarak söylüyorum bunu. Beni hiç ilgilendirmiyor zira. Tetkik ve biraz da gençlik heyecanıyla ne olup bittiğini yakından görmek maksadıyla ben de Taksim’e gittim. Neyin ne olduğunu da gördüm. Herkesin sürtüklüğü kendine. Beni ilgilendirmez.

Ama bu kitlenin kahir ekseriyeti; her fırsatta İslâm diniyle alay eden, kendi sapkınlıklarını Müslümanlara atfeden, ideoloji ortaklarından çıkan tecavüz eylemlerine susan, ‘’kadınlık’’ mefhumunun yüce kıymetini sermayeye peşkeş çeken ve bununla da övünen bir karaktere sahip. Üç kuruşa vatanı satacak kadar bencil…

‘’Yılın sürtüğü’’, ‘’Lilith’in sürtükleri’’, ‘’Namus mu, kirletmeden duramam!’’, ‘’Or…’’, ‘’Diktatör değil vibratör istiyoruz’’ pankartlarıyla şov yapanlar gibi mert(!) olsalar anlayacağım…

Artist artist havalara giriyorlar.

Canımızı sıkıyorlar.