Önceki gün bir yazı okudum. Normalde pek takip etmediğim bir yazarın yazısında, “Tahşiye” kelimesini görünce, daha bir dikkatle okuma ihtiyacı hissettim. “Tahşiye” kelimesine olan hassasiyetimi bilen bilir. FETÖ’cülerin “Tahşiye Grubu” diyerek “kumpas” kurduğu bu insanların, “masumiyetinin” belgelenmesi için, “mücadele” vermiş bir kardeşinizim. FETÖ’nün kumpasına maruz kaldıklarını, bedel ödeme pahasına “ilk defa” kamuoyunda gündeme getirdiğim için; gazeteciliğim adına “şeref” telakki ettiğim bir mücadeleye, gölge düşürülmeye çalışılınca, “çileden” çıkıyorum. Doğal olarak, bir-iki cümle etmeyi de kendimde, “hak” görüyorum.

HAKİM OLARAK BAŞLADI, SAVCILIĞA SOYUNDU

Söz konusu yazıda, FETÖ üyeliğinden yargılanan ve bir süre de cezaevinde kalan Nazlı Ilıcak’ın, 2 yıl 6 ay daha ceza aldığından bahsediliyor. “Şu olmazsa, böyle olur. Şu yapılmazsa, böyle yapılır…” şeklinde yazılmış yazıda, Nazlı Ilıcak’ın yaşı da açıklanarak; “Yazıktır (!)… Etmeyin bu yaştaki insana. Bu kadarı da çok fazla…” diyerek, bir de “hüküm” veriyor. Nazlı Ilıcak, casusluktan ve gizli belgeyi ifşa etmekten yargılanmış ve artık 2 sene bilmem kaç ay daha cezaevine girmesi gerekecekmiş. Nazlı Ilacak’ın sızdırdığı belge de, zaten internette dolaşımda olan bir belgeymiş... Yazının başında hüküm veren yazar, devamında savcılık makamını gözüne kestirmiş anlaşılan. Herkes kimin suçlu, kimin masum olduğu hakkında; kafasına göre hüküm verebileceğinden; mahkemeler bunu önlemek için değil midir? “Sen hangi sıfatla ve hangi yetkiyle böyle hükümler verip, kamuoyuna telkinlerde bulunuyorsun?” demezler mi adama?

“KISMEN” DENİLİRSE, SÖZ NEREYE DOĞRU GİDER?

Her ne ise! Bu misillü yorumlar, beni çok fazla ilgilendirmiyor. Neticede maksad belli. Beni en çok ilgilendiren kısmı, Nazlı Ilıcak’ın konusu içinde “Ne alaka?” dedirtecek, Tahşiye kumpası mağdurlarıyla ilgili sözleri. Belli ki bir derdi var. Yoksa mevzuyla alakası olmadığı halde, FETÖ’nün saldırdığı ve bu yüzden de “belasını” bulduğu bu insanlara lafı getirip, onlar hakkında laf arasında “mesnetsiz” suçlamalar yapmak ve bu “sinsi” usulle tarihin en büyük fesad şebekesinin “cürmünü” yumuşatmaya çalışmak, “Efendim FETÖ de tamamen haksız değildi. Bu Tahşiyeciler de tehlikeli adamlardır…” demeye kalkışmak ne içindir?

 Ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya hacet olmayan ve bilfiil bu millete silah doğrultmuş, vatana ve dine hıyanet etmiş FETÖ’yle iş birliği içine girmiş kimseleri, müdafaa ederken, yazarın kendisi de dahil, kimsenin onlara karşı durmadığı bir zamanda, dini ve milleti onlara karşı “müdafaa” etmiş bu insanlara, “Onlar tehlikelidir” diye ithamlarda bulunmak… Bunun ne anlama geldiğini, sizlerin takdirine bırakıyorum. İthamları bir mesnede dayansa, hadi “gazetecilik” yapıyor diyelim. Ama dayanağı sadece yazarın duyguları ve boş iddiaları olunca, belli ki altında bir “rahatsızlık” var dedirtiyor.

BEL ALTI VURMAK, İNSAFIN NERESİNE SIĞAR?

Şimdi yazıdan bir bölüm daha alalım: “Gülen cemaatinin beyin takımı olan ‘FETÖ’nün, bu grubun üyelerinin kısmen şişirme sözde bulgularla ‘paketlenmesinde’, epey rol oynadığını düşünen biriyim…”. Yani “Benim insafsız biri olduğumu düşünmeyin ha…” diyor. Burada iki taktik var. Şöyle ki;

Birinci taktik: Kendisini iyi niyetli ve hakperest olduğunu düşündürme çabası...

Peki “Kısmen şişirme” ne demek? Şişirilmeyen kısım hangisi? Yani onların dediği kadar değil amma, hiçbir şey yok da değil demek istiyor. Varsa bildiğin bir şey, niye söylemiyorsun? İnsaf ve hakperestlik böyle bel altı vurmakla bağdaşır mı? Eğer senin söyleyebilecek bir şeyin olsaydı, şimdi çarşaf çarşaf açıklardın. Demek kinin o kadar büyük ki; tamamen yutmaya kadir olamıyorsun. Bir yerden zehrini akıtmak zorunda kalıyorsun.

ŞECAAT ARZ EDEN KIPTÎ MİSALİ...

İkinci taktik: Yazar ayrıca, Tahşiyecilerin dini algılama ve yorumlama biçimlerine de hiç katılmıyormuş. Halbuki bu insanlar, Fethullah Gülen’in dini algılama ve yorumlama biçimine karşı çıkmıştı. Onun için FETÖ onlara kumpas kurmuştu. Şecaat arz ederken, sirkatin söyleyen kıptî misali, şimdi bu yazarın sözü ne anlama geliyor?
 

FETÖ denilen illete karşı, yıllardır sürdürdüğüm mücadelemde; şunu anladım ki; saman altından su yürütmeyi çok iyi biliyorlar. Bahsettiğim yazarın önceki çalıştığı kurumları ve şimdi ki konumunu görünce, FETÖ’den bir şeyler öğrendiğini söyleyebilirim.

Öncelikle şu soruların cevabını bulalım: Tahşiyeciler, bir dernek mi, vakıf mı veya bir STK mı? Dernekler müdürlüğünde, böyle bir örgüt kaydı bulunuyor mu?

Cevabı: “Koca bir hayır!”.

AKLAYIP-PAKLAMAK MI? YOKSA YUMUŞATMA MI?

Zaten müntesibi gibi gösterilmeye çalışılan kişiler de, bir örgüt olduklarını kabul etmemekle birlikte, islam haricinde alt veya bir üst  “kimliğin” caiz olmadığını vurguluyorlar. O zaman nereden çıktı bu “Tahşiyeciler” adı?  

Bu isim ilk defa, masum müslümanları, bir “örgüt” kapsamına almak ve toplu halde iftiraya  ve zulme maruz bırakmak için, Pensilvanya’daki soytarı tarafından, bir “yayınevinin” adından esinlenerek uyduruldu. Sonrasında da o insanlar, FETÖ’nün polis ve savcıları tarafından aylarca mağdur edildiler. Şimdi birileri de çıkmış, bu eli kanlı terör örgütüne yardım ve yataklık ettiğine inandığım kişiyi, aklayıp-paklama derdine düşmüş. Aklayıp-paklayamasa da, “yumuşatmaya” çalışıyor.

AMAÇ, ALGI OLUŞTURMAK MI?

Yazının algı oluşturmak adına oluşturulmuş en vahim bölümü ise, dönemin iç işleri bakanının, bu insanlara yönelik operasyonla ilgili yaptığı basın açıklamasına hatırlatıp diyor: “Yani bir dönem devletin ciddi makamları da grubun ‘tehlikeli’ olduğuna ikna olmuş. Daha ilginci şu anda da rejim blokunun içinde yer alan nice ‘devlet’ adamı var ki, Tahşiyecileri sorsanız, ‘Resmi görüşümü mü söyleyeyim, gerçek görüşümü mü?’ diyeceklerdir.

KİNİ, GÖRÜYOR MUSUNUZ?

Şu sözde kaç tane “safsata” var, saya bilirseniz sayın... Yazar da çok iyi biliyor ki; “Tahşiye Kumpası” devlet içindeki paralel bir yapı tarafından yapıldı. Sanki “Devletin o ciddi makamlarında bulunanlar, FETÖ’nün kendi adamları değilmiş de; FETÖ hariçten şişirmiş iddialarla gelmiş ama, devletin ciddi makamları da buna ikna olmuşlar…” diyor. Özellikle bir de “ikna olmuş” diye tabir ediyor. “Aldanmış-kanmış” dese neyse. Kini görüyor musunuz?

SANKİ KAHİN!..

Daha acayibi de yazarın kendisinin daha “ilginç” dediği yer: “Şu anda da rejim blokunun içinde yer alan nice ‘devlet’ adamı var ki, Tahşiyecileri sorsanız, "Resmi görüşümü mü söyleyeyim, gerçek görüşümü mü?" diyeceklerdir.

Kim dedi bunu? Kaynak ne? Cevap: Sarı çizmeli Mehmet Ağa...

Öyle bir şey söylediniz ki, doğruluğunun şahidi yine kendisi. İspat etmeye kalkışsan edemezsin. İnkar etmek istesen, o da olmaz. Sanki kahin!.. “Sorsanız böyle diyeceklerdir” diyor.

Bunlar “mert” insanın yapacağı şeyler değil. Benim bildiğim şudur ki; bir kişi, bir iddiada bulunurken, mertliği terk ediyorsa, kalbinde “maraz” vardır.

Bediüzzaman’ın dediği gibi “Hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnidir.

Yazarın, FETÖ lideri ile ağız birliği etmişçesine, “Tahşiyeciler” vurgusu yapması, ya kasti veya en iyi ihtimalle konuya yabancı olduğunun göstergesidir. Eğer kasti ise, durum çok vahim! Eğer konuya yabancı ise, neden bilmediği ve hakim olmadığı bir konuda yazar ki? Onu bu yazıyı yazmaya “iten” sebep ne ola ki?

Selam ve dua ile
Fiemanillah