Tarihte Vestfalya Barışı ile devletler modern anlamda ilk defa egemenliklerine kavuşmuşlardı. Bunu doğuran en önemli sebeplerden birisi ise Aydınlanmanın da etkisiyle Avrupa’da din eksenli savaşların sona erdirilmesiydi. “Raison d'etat” ya da “ulusal çıkar” o dönemde diğer tüm öncelikli etmenleri bastırmış, devletin güvenliği ve çıkarı mutlak gaye haline getirilmişti.

Devletler böylelikle “homo economicus”ta olduğu gibi çıkarları doğrultusunda rasyonel şekilde diğer devletlerle dış politika stratejileri belirleyebilirdi. Uluslararası İlişkiler’in ortaya çıkışının kolonları böylelikle oluşturuluyor, temelleri atılıyordu. Bu şekilde savaşlar sonlandırılabilir miydi?

Tarihin sisli dönemlerinde krallar bir satranç turnuvasını andırır şekilde burjuvazinin beslediği paralı askerleri savaşlara gönderir, kısa bir süre sonra da bu savaşlara son verirlerdi. Savaş, para ve toprak kazanımı ya da kaybı anlamına geliyordu.

Lakin Napolyon döneminde artık savaşların krallara mali yükünün fazlalaşması ve maliyetlerin kaldırılamayacak düzeye ulaşması “icat” ve “inşa” edilen yeni yöntem arayışlarını zorunlu kıldı. Sonuç itibariyle krallar artık paralı askerlerden ziyade halkları savaş meydanlarına sürükledi; vatan ve ulus duyguları ile burjuvaya olan maddi gereksinim ortadan kaldırılmaya çalışıldı.

Bu durum ise ironik şekilde savaşları daha cephe gerisine, şehirlerin içlerine, ülke topraklarının geneline yayılması sonucunu birlikte getirdi.

Rousseau’dan mülhem “insan önce yurttaş, sonra asker” çıkarımı işlevsel görülmüştü, devreye sokulması ise savaşın krallara maliyetini asgari düzeye düşürse de insan kaybını çok artırdı. Bu sonuç kimin için önemliydi?

Burjuvazi, o zamana değin gerekli sermaye birikimini temerküz etmiş, ihtiyacı olan nüfuz ve erki elde edebilmişti. Diğer taraftan “bedelsiz” şekilde halkların cephelere sürülmesi savaşların mahiyetini değiştirerek vaziyeti zapt edilemez hale dönüştürdü.

Napolyon tehdidi uluslararası sistemin barış ütopyasını dondurarak beklemeye aldırmış, “Avrupa uyumu” ve “güç dengesi” yeni bir umut olarak ufukta belirmişti. Barış için öncelikle Napolyon Savaşları bitirilmeliydi, öyle de oldu ve daha sonra devletlerin güvenlik kaygıları birbirlerini dengelemeleri şartına bağımlı hale getirildi. Barış için devletler gerekli ittifak planlarını hazırladı, uygulamada palyatifte olsa olumlu sonuçlar da alındı. Veyahut organize şiddet ertelenerek birikmiş negatif enerji gelecekteki topyekûn savaşlara zemin hazırladı.  

Fransız Devrimi’nin de etkisiyle ulus inşası maliyeti olmayan askerler üretirken faturanın yekûnu daha da yükseldi, bedelin yazıldığı hane kökten değiştirildi. Monarşiler ve Aristokrasi yeni durumu makul görmeyi tercih ederken “vatandaş olma” ile “insan olma” çelişkisi yeni bir mental mücadele alanı ortaya çıkardı. “İnsan olma sorumluluğu”, “vatandaş sorumluluğu”  ile ikame edilirken; “millet zihni” bir çıkmazı içselleştirmek zorunda bırakıldı. 

Harp -hem “insanın kendi içerisinde” hem de devletlerarasında-barış çabalarına rağmen devam etti. Machiavelli, Hobbes gibi düşünürlerin “savaşı kuralına göre oynayalım” düşüncesi galip mefkûre olurken modern uluslararası sistemde “Realpolitik sancağı” literatürü domine etti.