Rum Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, Türkiye’ye yönelik bazı suçlamalarda bulundu. Buna göre Türkiye, “hibrit taktikler ve yasa dışı eylemler yoluyla işgal altındaki adanın kuzeyinin kültürel karakterini değiştirmeye, Kıbrıs Türk toplumunun laik karakterini zayıflatmaya ve Kıbrıs Türklerinin Türkiye’ye bağımlılık koşullarını pekiştirmeye çalışıyor.” Bakanlık ayrıca, Türkiye’nin iki devletli çözüm modelinde ısrarcı olmasından dolayı müzakere sürecinin bir türlü başlatılamadığını ileri sürüyor.

Rum tarafının iki devletli çözüm modeline sıcak bakmadığını cümle âlem biliyor. Onların isteği, müzakerelerin 2017 yılında kaldığı yerden devam etmesi. Yani siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde kapsamlı bir çözüm bulunması amacıyla müzakerelerin yeniden başlatılması.

Gerçek şu ki Rum tarafı federasyon modeline de sıcak bakmıyor. Ama bir defa ağızları alışmış bu lafa. Esas gayeleri, tüm adayı kontrol altına almak ve tek başlarına yönetmek. Bir de Türkiye’nin Kıbrıs’taki varlığını sonlandırmak. Yoksa adanın yönetimini Türklerle paylaşmak gibi bir dertleri yok. Bu konuda samimi olmadıklarını çok kez ispatladılar.

Son yıllarda yürüttükleri strateji, Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’yi birbirine düşürmek. Bu konuda yoğun bir çaba harcıyorlar. Akla hayale gelmeyen iddialar ortaya atıp Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasındaki bağları zayıflatmak için her türlü oyuna başvurmaktan geri durmuyorlar. Tüm arzuları, Kıbrıs Türk halkının kendi başına kalması ve Rum tarafına muhtaç bir durumda yaşaması.

Bunun yanında Kıbrıs Türklerini, Türk-İslam âleminden uzak tutma yönünde takip ettikleri strateji de dikkatlerden kaçmıyor. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) topraklarında yapılan Türk-İslam kültürüne ait yatırımlar ile Türk ve İslam ülkeleriyle kurulmaya çalışılan bağları baltalamak için her yola başvuruyorlar.

Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkileri, “ilhak ve laiklik tartışmalarına” indirgemeye ve bu noktada fırtınalar koparılmasını sağlamaya bayılıyorlar. Buradaki hedefleri çok açık: Kıbrıs’ın Yunan ve Hristiyan kimliğinin dışına çıkmasını engellemek. Yoksa laiklik gibi dertleri yok. Şayet böyle bir dertleri olsa öncelikle adanın en zengin ve etkili gücü olan Kıbrıs Kilisesini karşılarına alarak işe başlamaları gerekir.

Kıbrıs’ta iki farklı halk ve iki kimlik vardır. Bunlardan birini pekiştirmek diğerini köksüzleştirmek kabul edilecek bir durum değildir. Adanın Türk ve İslam kimliği tarihi bir gerçekliktir. Kıbrıs Türkleri, asırlar boyunca adanın Türk ve İslam kimliğinin sancaktarlığını yapmış bir toplumdur. Dolayısıyla ne Türklükleri ne de Müslümanlıkları 1974 sonrasına aittir. Bunu görmezden gelmek, bu kültürel birikimi yok saymak, Kıbrıs Türkünü yok saymakla eşdeğerdir.

Bugün adanın güneyinde, “Rumlar Yunanlaştırılıyor veyahut Hıristiyanlaştırılıyor” şeklinde bir kimlik tartışmasına rastlamak mümkün müdür? Rumlar, Avrupa Birliği üyesi oldukları halde onları böyle bir tartışmanın içerisine çekebilir misiniz? Elbette çekemezsiniz.

O halde Kıbrıs Türkünü de çekemezsiniz. 450 yıldır adanın Müslüman ve Türk mührünü elinde tutan Kıbrıs Türklüğünü, “Türkleştiriliyor, Müslümanlaştırılıyor” şeklinde suni bir tartışmaya hapsetmeye çalışmak, ona yapılmış en büyük hakaretlerden biridir. Kıbrıs Türkü bu tür basit oyunlara gelmeyecek kadar tecrübeli ve bir o kadar da basiret sahibidir.