Yuvası cennet olan bir ailede beş vakit namaz vaktinde kılınır. Ondan alınan lezzet hemen kendisini hissettirir. Onların namazlarında huşû vardır, neş'e vardır, sevinç vardır. Apayrı bir merasimdir o. Eğer güçleri yetiyorsa evin reisi imam olur, gerisi cemaat. Müezzinleri de yetişmekte olan genç evlât. İşte cennet bahçesi!

1-İnsan sevgisi: Şüphesiz ki kâinat ve insan Allah’ındır (cc). Yaratan ve yaşatan O’dur. Nîmet ve rızık O’na aittir. Bir kimsede insan sevgisi olmazsa; Yunus Emre’nin (r.al.) ifadesiyle; “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü hoş görme yoksa onda şefkat ve merhamet hissi de olmayacaktır.

2-Çocuk Sevgisi: Eğer bir kimsede sevgi varsa, şefkat de var demektir. Sevgi olmadan şefkat düşünülemez. Annenin yavrusuna şefkati, ona olan sevgisinden kaynaklanır. Torunlarını öperken gören Akra b. Habis Rasûlullah’ (sav), “Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var, hiçbirini kucağıma alıp öpmem” deyince Efendimiz (sav): 

-Allah senin kalbine merhamet koymamışsa ben ne yapabilirim, diye cevap vermişlerdi.

O halde, îman eden insanlar başta yaratılan şeyleri sevmelidir. Bu zaten inancın gereğidir. Hele îman ehli kardeşine Allah ve Rasûlü’nün ortaya koyduğu değer ölçüleriyle değer vermelidir.

3- Anne Baba Sevgisi: Anne babanın sevgi ve ilgisiyle büyüyen çocuk da ana babayı sevecektir. Eğer ona İslam terbiyesi verilmişse buna riayet edecektir. Bunun için gayret etmelidir. Bir çocuk büyüyüp makam ve mevki sahibi olsa da onlar daima anne ve babasıdır. Yaşlı ve fakir olsalar da bakmak ve hizmet etmek mecburiyetindedir. Eğer onların dualarını alamazsa ayet ve hadislere göre cennete giremez ve “burnu sürtülür.”

4-Kardeşlik duygusu: “Mü'minler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve Allah'a karşı takva sahibi olun. Umulur ki, böylece size rahmet olunur,” (49 Hucurât 10) âyet-i kerimesi bu konuda en güzel öğüttür.

5-Eğitici bir öğretim: Eğitilerek verilecek bir öğretim metodu her zaman başarıya ulaşmıştır. Asırlar öncesinde ortaya konulan Ahîlik Teşkilâtı bunun en bariz örneğidir. Kuru bir öğretim, fazla bir şey kazandırmaz. Nazarî bilgiler, uygulamaya konmadıkça kişiye mâl olmaz ve onu yükseltmez. O halde bir yerde bilgi çok ama tatbîkat yoksa orada barış ve huzur tehdit altında demektir. Bunun içindir ki Kur’an-ı Kerim’de ilmiyle âmil olmayanlar hakkında; “ciltlerle kitap taşıyan merkep” benzetmesi yapılmaktadır.

"İnsanlar helak oldu, içlerinden ancak âlimler kurtulabildi. Âlimler de helak oldu; ancak içlerinden ilmi ile amel eden kimseler kurtuldu. Ve ilmiyle amel edenler de helak oldu; ancak içlerinden amelini ihlâsla yapanlar kurtuldu,” uyarısı çok önemlidir.  

6-Nemelâzımcı olmamak: “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” felsefesi, toplumsal barış ve huzuru tehdit eden en büyük unsurdur. O halde öyle bir düşünceye hayat hakkı tanımamak gerekir. Bu konuda insan bilinçlendirilmeli, yanlış ve hatalar yerinde ve zamanında düzeltilmelidir. “Her koyun kendi bacağından asılır,” düşüncesinin yer ettiği bir toplum, kendi barış ve huzurunu bizzat kendisi tehdit altına almış olacaktır.

7-Selâmın yayılması: İslâm barış ve sevgi dinidir. Selâm bu gerçeğin en büyük simgesidir. Selâm manâsına barış ve huzura dair ne varsa hepsi girer. İşte bu gerçeğe ulaşmak için Allah’ın Rasûlü (sav) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: Ebu Hureyre’den (ra):

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!" (Müslim, îman 93-94; Tirmizî, et’ime 45, Kıyamet 56.)

O halde; Toplumsal Barış ve Huzurun yegâne unsuru İslâm ve O’nu yaşayan insandır. Şüphesiz ki barış, huzur, kardeşlik, sevgi, dünya ve âhiret saâdeti gibi nice unsurları dillendiren bir dinin mensup ve temsilcisine, bütün bunların yer bulduğu bir toplumun oluşmasında çok önemli görevler düşer. Bunları maddeler halinde sıralarsak: Örnek olması, söylediğini yapması, haram ve yasak olan şeylerden kaçınması, kanaatkâr olup insanların eline bakmaması, “Rabbinin yoluna güzel öğütle çağırması”, başka din mensuplarına tebliğ şuuru içerisinde davranması gibi.

ANNE BABA ADINA İYİLİK YAPMAK VE SADAKA VERMEK

“Onların arkasından gelenler şöyle dua ederler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş mü’min kardeşlerimizi bağışla.” (59 Haşr 10.)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.” Müslim, Vasiyyet 14.

Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam:

-Annem ansızın öldü. Öyle sanıyorum ki, şayet  konuşabilseydi, sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka versem, sevabı ona ulaşır mı? diye sordu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:

- Evet” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz 95, Vasâyâ 19; Müslim, Zekât 51.)

MUSA’NIN (AS) CENNETTEKİ KOMŞUSU

Musa (as) Rabbimize iltica eder:

“Ya Rabbi! Cennet’teki komşum kim” diye. Yüce Allah (cc) da bir kasabı beyan eder.

Musa Peygamber o zatın evini bulur, ziyaret eder. Hoş beşten sonra adam bir miktar izin alır ve yukarıdan bir zembil indirir. İçinde yaşlı bir kadın vardır. Onun ihtiyaçlarını görür. Sonra da kaldırır. Musa (as) merakla;

-Bu kim der. O da; Annem der.

-Sana ne diyordu der. O da:

-Musa Peygamber ile Cennette komşu ol yavrum diye dua eder daima der. Tabii ki Musa (as) nerede biz neredeyiz?

Musa (as) ağlamaklı olur ve şöyle der:

-Müjdeler olsun sana. Ben Musa’yım. Rabbime iltica etmiştim, Cennette komşum kim Ya Rabbi diye. Seni beyan buyurmuştu. Demek ki bu dereceye annene bakman ve onun duasını alman sayesinde ulaşmışsın.

YUVASI CENNET OLAN AİLE

Yuvası cennet olan bir ailede beş vakit namaz vaktinde kılınır. Ondan alınan lezzet hemen kendisini hissettirir. Onların namazlarında huşû vardır, neş'e vardır, sevinç vardır. Apayrı bir merasimdir o. Eğer güçleri yetiyorsa evin reisi imam olur, gerisi cemaat. Müezzinleri de yetişmekte olan genç evlât. İşte cennet bahçesi!

Yine bu evde Ramazanlar bir başkadır. Ne iftarına ne de sahuruna doyulur. Evin yavrucağı annesine yalvarır; "ne olur beni de sahura kaldırın anneciğim!" diye…

Eğer bu haneye zekât vermek gibi güzel bir farz da düşüyorsa, "veren el" olmanın apayrı hazzını yaşarlar onlar. Gönüller ve dualar alınır.

Hac ise tarifi imkânsız bir doyuma ulaştırır onları. Gidip gelenler onu anlatmakla bitiremez, dinleyen yavru ve yakınları da gözyaşlarıyla hasretini çekerler.

Evet kardeşlerim!

İslâmî yuvanın güzelliklerini anlatmak ne mümkün! Biz ona yine de, cennet diyelim olmaz mı? Zira cenneti anlatmaya gücümüz yetmez ki!

KIZIM BİR SU VERİR MİSİN?

-Hikâye-

Sıdıka elinde telefonla meşgul oluyordu. Nasıl da kendini vermişti. Etrafı hiç görmüyordu. Babası seslendi:

-Kızım bir su verir misin?

Sıdıka’dan ses yoktu. Babası tekrar seslendi:

-Kızım, duymadın galiba, su verir misin?

-Tamam babaa, bir dakika.

-Hayret, ne işin var ki?

Bu arada anne kızına seslendi.

-Yavrum haydi, kalkıver!

Sıdıka istemeyerek kalktı ve gönülsüzce bir su verdi. Anne-baba sabretmişti. Daha sonra babası onu yanına çağırdı ve şunları söyledi:

-Kızım bak, beni iyi dinle. Artık yaşın 12 oldu. Büyüdün maşaallah. Annen ve bizler senin yaşındayken sadece ev işleri değil, dışarının işlerini de görür, evlerimize destek olurduk.

Sizler şimdi sadece okul ve evle meşgulsünüz. Eskilerin dediği gibi yediğiniz önünüzde, yemediğiniz arkanızda. Allah’ın nimetleri pek çok değil mi? Telefonlar, tabletler elinizde.

Zaten çokluktan geliyor bu tembellikler. Şimdi anneler kocaman çocuklarına hala hizmet ediyor. Doğru olan bu mu? Ne dersin?

Sıdıka’nın hoşuna gitmemişti bu sözler:

-Ama herkes böyle baba! Arkadaşlarım da aynı. Kimse bir şey yapmıyor ki!

-İyi mi yapıyorlar yani? Bir anne çocuğunu karnında taşıyor, dünyaya getirip büyütüyor. Yediriyor, içiriyor. Artık büyüdüğü zaman, o da ona hizmet etmeli değil mi? Ev ya da dışarı işlerinde yardım etmesi gerekmez mi? Kız ya da erkek elinden ne geliyorsa, yapmalı.

Kızın görevleri var, erkeğin görevleri var. Aynı zamanda anne-babaya, dede-nineye ve büyüklere hizmet etmeli. El öpmeli, dua almalı. İnsanlık bu, Allah’ın emri de bu. Tabii Allah’ın emrettiği şeyleri yerine getirmeli, yasak ettiği şeylerden de kaçınmalı.

Şimdi ne yazık ki telefon, bilgisayar, internet şu-bu, çocuklarımızı perişan etti. Suç sadece sizin değil, toplumun her kesiminin, hepimizindir. Allah yardımcımız olsun.

Biraz sonra onlara anne de katılmıştı:

-Evet, maalesef. Eskiden küçücük bir şekere sevinen çocuklar, artık onu beğenmez oldu. Bir küçük ev ihtiyacı alıp evine getiren aileler, o kadar sevinç duyardı ki, anlatılamazdı.

Ya şimdi? Doyumsuz olduk. Allah sonumuzu hayreylesin. Bu arada, dünyada o kadar aç ve sefil Müslüman kardeşlerimiz var ki, bizler halimize çok şükretmeliyiz. Afrika’ya ya da savaşan ülkelere baksak konuyu iyi anlarız kızım! Allah korusun!